16 Mart 2011 Çarşamba

KÖPEKÇİLİK 101


Herşey kuzenimin köpeği Kurt'un kaybolmasıyla başladı. Lakin müşfik bir Alman kurdu olan kızımız bir gece korumakta olduğu villanın kapısından sessiz sedasız kaçırılmıştı. Aslında bu işin sessiz sedasız olmasına da herkes şaştı; çünkü Kurt tanıdığı insanları görünce bile hav havlarıyla yeri göğü inleten bir kızdı. Günahını da almayayım, affedersiniz 'köpek' diye dosta düşmana bağıracak değil. Belli ki ona sadece tanıdıklara havlatmak öğretilmişti. Kuzenimin karısıyla aram biraz açık olduğu, kuzenim de zamanla kendi karısının hal ve hareketleriyle hayata uyum sağladığı için minik prensesimizin kaybolmasından geç haberim oldu. Daha önceden haberim olsaydı biraz üzülür ve ilk önce kuzenimin annesi olan teyzeme bir geçmiş olsun telefonu açar, kızımızın ne de tatlı olduğundan dem vurabilirdim; ama Kurt kaçıralı nerdeyse iki hafta olmuştu. Kuzenim polislere haber vermiş, onlar da bir köpek mafyasından bahsetmişlerdi. Ünye'de şaşılacak şey değildi; kısa sürede adını 'mafya-mufya' ile duyuran bir ilçe konumunda istek ve gururla il olmayı bekliyorduk senelerdir.

Hayatta kendi sorunlarımı es geçer arkadaşlarımınkini çözmeye bayılırım. Bu özelliğim annemden bana mirastır. Biz ailecek biz kendimizi sevmeyelim ama başkaları bizi bizden de çok sevsin diye didinir uğraşırız. Bunun imkansızlığını her kitapta okur ama yine de ikna olmayız. Bu da bizim tabiatımız. Kurt için ne yapabileceğimi düşünürken aklıma tabii ki öğrencilerim geldi. Onlar beni bu durumdan kurtarabilirler, bana yardım edebilirlerdi. Hiç biri günahları kadar insan sevmezler ama köpeklere taparlardı. Koşa koşa 7-G sınıfına gittim ve durumu anlattım. Sınıfta ağzımı açıp 'Alman Kurdu ' dememle herkes parmağını kaldırdı. Aslında daha olayı bitirmemiştim ama biliyordum ki bu maceraları dinlemezsem, içlerinde bir sevgi uyandıramazsam bana yardım etmeyeceklerdi. Sırayla köpeklerinin isimlerini, nasıl yıkadıklarını, uyuz köpeğe ilaç alıp nasıl tüylerine sürdüklerini uzun uzun anlattılar. En ilginci okula para getirmeyen öğrenciler günde üç milyona köpeklerine kasaptan pişmiş et alıp yediriyorlardı. Anladım ki okulda belki insan sevgisi veremiyorduk ama aşıladığımız köpek sevgisi tartışılmazdı. Köpek deyince her bir göz ışıl parlıyordu. İşi gücü bırakmış köpekli maceralara dalmışken dersin otuz dakikasını yemiştim. Olsun bir dersim daha vardı ve bu kez ben konuşacaktım. Derdimi anlattım. Bütün sınıf parmaklarını tek bir yöne işaret ederek Suat'ı yani nam-ı değer 'köpekçi'yi gösterdiler. 'Köpekçi de ne demek ki?'' diye sordum. 'Öğretmenim, bu çocuk boş zamanlarında barınakları geziyor, sağdan soldan köpek topluyor' dediler. Evet ben doğru adresteydim. Suat yani Köpekçi ayağa kalkıp agresif el kol hareketleriyle ve kısa boyuyla Danny Devito'nun Hollywood fimlerinde uzun boylu oyuncuların içinden canhıraş sıyrılması gibi öne çıktı. Sırasıyla bana köpeğin rengini ve en önemlisi adını sordu. Köpekçi bu işi ciddiye alıyordu. Sonra yanıma kadar gelip kulağıma sınıfta bir köpekçi daha olduğunu ve birkaç gün önce yanında bir Alman kurduyla geziyorken görüldüğünü söyledi. Şansa bakın ki diğer köpekçi tam öğretmen masasının önünde oturuyor ve büyük bir sessizlik içinde tek kelime etmeden bizi dinliyordu. Suat'ın kulağıma dediklerini duydu ve hızla sırasından kalkarak 'Öğretmenim bendeki değil 'dedi. Sınıf karışmıştı ve uğultudan kendi sesimi duyamıyordum. Herkes ön sıralara geliyor ve köpeğin birden bire sahnelere çıkan yeni köpekçi Uğur'da olduğunu söylüyordu. Uğur daha fazla baskıya dayanamayarak sokakta bir Alman kurdu bulduğunu ve evlerinin önünde baktığını söyledi. Bu sırada Suat bana kendisinin iyilik sever bir köpekçi olduğunu, Uğur'un ise köpek dövüştürdüğünden bahsediyordu. İyi köpekçi Suat kötü köpekçi Uğur'du. Ertesi güne Uğur köpeği getirecek ve kuzenime gösterecekti.

Aynı gün bütün okul kayıp köpek maceramı duymuş yanıma gelip sokakta gördükleri kurt köpeklerinden bahsediyordu. Yorulmuştum! Zaten ben bu işi profesyonelce yapan iki öğrenci bulmuştum bile. Boş zamanında baraka gezen bir çocuktan bana hayır gelirdi.

Ertesi gün anneme kuzenimi aramasını ve saat tam 14.00'de okula gelmesini söylemesini istedim. Ailede bir telefon trafiği ve mutluluk zinciri oluştu. Aynı günün sabahı kuzenim arayarak okula geleceğini ama toplantısı olduğunu ve bu nedenle köpek getirilince aramamı söyledi. Ben de ona umuda kapılmamasını o
olmayacabileceğini söyledim. Şans bu ki dersin yine 7G'ye idi ve Uğur gelmemişti. Çocuklar ''Öğretmenim siz korkmayın biz köpeği alır getiririz'' dediler. Zaten Uğur dün arkamdan ''Banane oğlum ben köpeğimi kimseye vermem'' demişti arkadaşlarına ve bana da hemen bu sözler ulaştırılmıştı. Uğur'un kankası da dün köpeği 'Kurt' diye çağırdıklarını ama hiç oralı olmadığını söyledi. Son ders Suat yanıma gelip ne olursa olsun, çalmak pahasına da olsa o köpeği bana getireceğini söyledi. Saat birbuçukta dersteydim ki müdürün telefonuyla irkildim. Beni aşağıya odasına çağırıyordu. Müdür Bey kolay kolay çağırmazdı odasına. Müdür beyi seviyordum; ama aynı zamanda içimde saygıdan da gelen bir çekinme korkma vardı; şimdi yalan söyleyemem. Ben hızla sınıftan çıkarken, dördüncü sınıf öğrencilerim ''Hayırdır öğretmenim, ne oldu?'' diye soruyorlardı.
Kuzenimin babası yani eniştem, müdür odasında oturmuş bir huşu içinde neskafesini yudumluyordu. Olay örgüsünde bir kişi daha eksikti tamam şimdi o da eklendi diye geçirdim aklımdan. Müdür Bey'e olanları eniştem tam anlatamamıştı anlaşılan ki gerçekten kötü bir anlatma yeteneği vardır, müdür bana sordu. Ben de baştan sona anlattıktan sonra müdür gülerek ''Hocanım bu köpekçilere sen de mi uydun?'' diye sordu. Aman Allahım köpekçileri müdür de biliyordu.Utanmıştım. Hem köpekçileri daha önce bilmemekten hem de müdürün 'Sende mi.....' diye söze başlayışından. Aslında müdür beyin köpekçileri bilmesi doğaldı. Birkaç kez kolunu kaldırıp taş atar gibi yaparak Suat'ın yanlışlıkla okula giren köpeğini dışarı çıkarıp korkutmuşluğu vardı ve köpekçi efsanesini bilmesi doğaldı. Hızla koşarak sınıfa çıktım. Sınıfa girmemle bütün sınıfın parmak kaldırması bir oldu. Ben söz hakkı vermeyince bu kez de hep bir ağızdan konuşmaya başladılar; ''Öğretmenim! Siz sınıftan hızla çıkınca Uğuralp; 'Bu öğretmen kafayı yemiş'' dedi'' diyerek bu sözleri bana koro halinde ilettiler. Uğuralp de okul kitabında kendince kafayı yemiş bir dünya resmi göstererek bana değil dünyaya söylediğini iddia etti. Benim gerçekten çok gülesim geldi ama bunu Uğuralp'ın yanına bırakırsam olayların sonu gelmezdi. Uğuralp'e yaptığının yanlış olduğunu anlattım ki aslında umurumda da değildi en azından o esnada. Aklım Kurt'daydı çünkü. Zil çalar çalmaz aşağıya eniştemi almaya gittim. Neskafesini bitirmediği için koşa koşa okul kapısına giderek çocuklara bakmaya gittim. Henüz gelmemişlerdi ama orda benimle birlikte onları bekleyen olayla alakasız en azından bir yirmişbeş çocuk vardı. Allahım inanılmazdı hepsinin nasıl haberi olmuştu? Biri çıkarak ''Öğretmenim biz de köpekçiyi bekliyoruz, gelince haber veririz'' dedi. Koşarak okula döndüm ve eniştemi aldım. Onunla çocuklar eşliğinde kapıda biraz daha bekledik ve uzaktan köpekleri eşliğinde çocukların geldiğini gördük. Suat'ın yanında Çakır ve Polat( köpeklerin isimleri) vardı. Uğur'un yanında ise kurt denemeyecek en azından Alman kurdu olamayacak kadar zayıf ve heybetsiz bir köpek vardı. Bir yanda ortalıkta havlayan bir sürü köpek ve yaşları oniki-onüç yaşlarında olan çocuklar gezmeye başladı. Uğur köpeği getirip 'Öğretmenim bu mu köpeğiniz ?' diye sordu. Bu sefer eniştem bana dönerek ''Bu ne böyle, sen Kurt2'u tanımıyor musun, bu kurt köpeği degil ki!'' diyerekten bana kızdı. Köpeğinin bizim olmadığını anlayınca Uğur rahat bir nefes alıp onu idareye verip vermeyeceğimi sordu. Bu esnada ortalık iyice karışmıştı ve öğrenciler bana aslında Uğur'un köpeği getirmeyeceğini zorla getirdiklerini söylediler.
Bu sırada Suat, Çakır ve Polat'ı zorla idare ediyordu ve evine dönerken eniştemden kayıp köpeğin fotoğrafını istedi. Eniştemin gözüne girmişti cevval köpekçi ve koca bir aferim aldı. Sonra, sonrası hepimiz sessizce evlerimize dağıldık.