27 Kasım 2011 Pazar

Patrica Clarkson

Kerim beni bu kadına benzetti. Hemen üstüne atladım ben de ablanın. Böyle yaşlansam göbek atarım.
eski bir sevdadan kurtulmuşum;
artık bütün kadınlar güzel;
gömleğim yeni,
yıkanmışım,
tıraş olmuşum;
sulh olmuş.
bahar gelmiş.
guneş açmış.
sokağa çıkmışım, insanlar rahat;
ben de rahatım.

iyi ki dostlarım var

23 Kasım 2011 Çarşamba

Norveç, sen bi dur! Aklımdasın, azcık sıranı bekle.

Aslında bu yazı için şu başlığı atmak isteyebilirdim; ''Türkiye iyi Norveç pekiyi'' ya da ''Norveç 1 Türkiye -1''. Yani demem şu ki ucuz ve kalemini klişeye alıştırmış reklam yazarları gibi bunu sonu gelmez bir çıkmaza da bağlayabilirdim. Bu sayede kendimi de süper akıllı falan sanabilirdim. Neyse ben öğretmenim ve bu yazımda da didaktik bir takım bilgilere yer vereceğim.

İşin açıkçası bu seneye kadar bana ''Norveç ,sarı sarı erkekler ,yani  blondiler , bildin mi?'' desen, şöyle yüzümü çevirip de bakmazdım. Ne bileyim? Her Türk vaatandaşı gibi ben de; ''Memleketim iyidir. . Orada intihar oranı çok yüksek imiş, ayrıca insanlar kardan soğuktan yağmurdan gün yüzü görmüyormuş'' diyebiilir bol keseden atabilirdim. Şükür ki fikrimi soran olmamış da kendimi sonu gelmez yanlış açıklamalardan birine daha sokmayıvermişim.

Bu arada niyeyse bir saattir konuya da giriş yapamıyor, Norveç'i sanki yeterince goygoylayamıyormuşum gibi hissediyorum. Neyse yaklaş biraz daha goygoyun hası burada.

Birinci bölüm. Bir Norveçli ile ne zaman tanıştım?
Geçen yaz Ellyn'nin veda partisinde çılgın komşu Cehdi ortalığa sıçıp batırınca onu alıp evine götürmek bir Türk iki Amerikalı ve bir Norveçli'ye düştü. İşte tüm bu operasyon boyunca bizim Norveçli'nin Cehdi'yi eve götürmek için canla başla çalışması, Cehdi'nin her türlü küfür ve dayağına  katlanıp, tüm bu olayların  üstünden güleryüzüyle gelmesi dikkatimden kaçmadı. Bu sene de bu arkadaşımızı daha iyi tanıyıp hikayelerini dinledikçe şu Norveç olayına biraz daha soyunmaya giriştim.

Geçen hafta sonu memlekete birkaç Norveçli'nin daha geleceğini duyunca fırsat bu fırsat deyip hemen bir yemek ayarladık. Kimle ayarlardınız diye sormayın, isim vermek istemiyorum. Blondilerle Çiya'da güzel bir yemek yemeye koyulduk. Ağır Norveç aksanlı İngilizce ve sıcak olmaya çalışan soğuk Norveç şaka komikliğine rağmen güzeldi. Şu yaşıma kadar bir garsondan başka kimse suyum bitince doldurmadığı,sandalyemi çekmediği ve daha da acısı bir Türk evladı hesabımı ödemediği için  kol kadar gelen hesaba bu iki blondinin elimizi bile sürdürmemesi, suyum bittikçe hiç farkettirmeden tazelemesi  hoşuma gitti. Sorabilirsin tabii kron kaç lira Türk lirası kaç lira ama neler gördük bir anlatsam Bağdat'a yol olucak cinsinden. Uzun tatlı muhabbetimiz sonucunda Kadıköy'de bir başka mekana gittik. Blondiler bu sefer de içeceklerimizi ısmarladı. Türkiye'den konuştuk kibarca, Avrupa Birliği'nden. Yani sevgili bacılarım ben Norveçli de cool olucam diye kasan, sürekli i-phonuyla oynayıp fotoğraf çekme tribine giren bir hareket sezmedim. Gecenin sonunda da ''Bence arkadaşınıza Türk filmi alabilirsiniz'' önerimle de gece bitene kadar goygoyun hasına tutuldum. Uzun zamandır böyle iyi ve kendim gibi hissettiğim bir gece geçirmemiştim.
 Ha Norveçli'den aldım mı elektriği almadım ama  Norveç Kültür Edebiyatını gündemime alıp yeşil bir ışık yaktım. Geceyi de afedersiniz ama ayı gibi bir espriyle sonlandırdım. Hiç gülmediler. Ben ise yaptığım espriye eve gidene kadar ağız dolusu güldüm.

Kompozisyonumu  bu yazıda bana ilham veren arkadaşımın sözüyle bitiriyorum; 'Norveç is a small place''. Öyle işte kulaklara küpe, hadi bakalım!

15 Kasım 2011 Salı

En çok da nemli bir temmuz öğleden sonrası   arkadaşlarımı beklerken sığındığım incir ağacı gölgesini özlüyorum.

13 Kasım 2011 Pazar

KUYU YA DA BENİM RÜYALARIM

Uzun boylu adam gülümseyen upuzun  yüzü ve küçük  yeşil renkli gözleriyle küçük not  pusulasını ağacın kovuğuna koymuştu. Birkaç dakika sonra çocuk yarı çıplak bedeniyle gelip notu endişe ve heyecan karışımı bir duyguyla alacak, sonra da basit gibi görünse de kendisine ağır gelen bu işi becebilmenin sevinciyle elmasını keyifle yiyecek, aynı anda pek de fazla konsantre olamadan notu okuyacaktı. Elması bittikten sonra tekrar tekrar mektubu okuyacağını bilerek ama ısırıklarını ağırdan alarak elbette. Notlarda çıkan ipuçlarıyla kendi ülkesine her geçen gün daha da çok yaklaşıyordu. Bir gün tüm bu notlar onun memleketine çıkan kestirme bir yol olacaktı. Ama rüyayı gören bendim. Yanılıyordu. Özünü, seveceğini umduklarını bulabilmek için bu küçük notları biriktirmek yerine hemen şimdi yola çıkması gerekiyordu. Zaman zaman ülke hayallerini unutup, keyiflice bir sonraki gün gelecek olan ipucunu bekliyor ve hayallere dalıyordu. Uzun yüzlüyle oturup konuşmak imkansızdı. Neden imkansızdı? Uzun yüzlü konuşamıyor muydu? Gayet güzel konuşuyordu. Bana kalırsa, çocuğun memleketiyle derdi yoktu. Tek meselesi her gün ağaç kavuğundan o notu almak, sonra onu okuyup diğer notların yanına koymaktı.

O akşamüstü çıplak üstü ve bembeyaz teniyle, bir manada bunları çıkarken yanına almış gibi bir tavır içindeydi, notunu kovuktan almaya geldi.Mektup orada değildi. İlk önce ağacın yanına oturup bekledi. Beklerse olur gibi. Sonra o bulamama anını hiç yaşamamış gibi tekrar baktı. Yoktu. Birden şöyle dedi kendi kendine ''En büyük sır o mektuptaydı''. Hayır değildi. En büyük sır zaten yoktu. Şimdiye kadar gelenlerden rotasını çoktan bulmalıydı. Bazıları böyle yapıyordu. Kendini büyük sır düşüncesine teslim edip iyice sahiplendikten sonra daha da sinirlenip kıpkırmızı oldu. Baykuşa bir taş attı. Çıldırmış gibiydi. İlk gayya kuyusuna düşüverdi.

O sırada kafasını çalıların içinden uzatan uzun yüz ve karısı Rebecca şaşkınca değil ama ne olup bittiğini anlamaya çalışan bir ifadeyle onu izliyorlardı. Rebecca daha umursamaz ama uzun yüz bu kez sanki konuşacak gibi tebessüm ediyordu.