27 Nisan 2012 Cuma

Aşağıdaki yazıyı okurken fenalık geçirdim. Tabii tekrar yazmam demiyorum, mutlaka yine öyle hissedecek, en kallavisinden yine yazıcam; ancak şu anda böyle hissetmiyor ve de bunun tadını çıkarmak istiyorum. Misal az evvel sırgan çorbası içtim, keyfim gıcır gıcır. Birazdan kendime bir Türkk ahvesi yapıp Jane Auesten kitapları içinde kaybolmak  istiyorum. Kara deliğin de yabancısı değiliz, geldiğinde yine karaları bağlarız.
 Asıl şu güzel bahar havasının insana düşündürdüklerini yazacaktım ki şu çıktı ortaya. O değil de bu milet nasıl da hasta kendine diycektim belki de..Neyse, tüm bunlar yine başka bir yazının konusu olsun. Yazıp da sinir bozmanın alemi yok. Kendi sinirimi elbette!

19 Nisan 2012 Perşembe

Kara delik!

Bu aralar insanların kendi kara deliklerini ne zaman keşfetmiş oldukları üzerine uzun uzun düşünmekteyim. Kendi kara deliğimi biraz biraz hatırlar gibiyim. Sokakta oyun oynarken üstüne düşüp sonra kalkıp yirmili yıllara kadar kendime unutturduğum cinstendi. Bu tabii ki sadece biriydi. İçine düşmeyi tercih edip uzun süre kaldıktan sonra kapandığını bile farketmedim. Farkedemediğim için de ne pahasına olursa olsun oralarda zaman geçirmenin önemini tam olarak kavrayamadım. Sonraları delik yamama konusunda çok cesur davranamadığımı hissediyorum. İlk gençlikte, kedinin pisliğini örtmesi gibi bu deliklere inip biraz kalmayı inatla reddedip, bunu günlük hayata da ''Bir daha bunu kendime yaşatmayacağım'' demekle yetinmenin, şöyle bir üzerinden geçmenin de şükür ki insanın kendine söylediği en büyük yalan olduğunu artık biliyorum. Kara delik işte! Bildiğin insanın içini oyuyor. Bir yere kadar.