29 Ocak 2015 Perşembe

Yoğun duyguların şarkısı! Benim de kalbim vardı, dedim dinlerken:)


KIRIK TAKSİCİ

Dün Bağdat Caddesinde bir taksiye bindim. Biner binmez taksici dedi ki '' Abla çirkinin şansı var mıdır?'' . Böyle bir soru size gelse ne düşünürsünüz? Üstüme alındım . Artık çirkinliği kabul ederek, olası bir onayda da , aşkolsun cevabını tasarlayarak '' Kimi kastediyorsunuz. Beni mi'' diye sordum gülerek. '' Abla olur  mu, E.E'' dedi. O dakika koptum. O da benle birlikte. Dedim ki 'Çirkin değil ki, belki tarzı farklı''. Cidden çirkin bulmuyorum kadını. Konuşma şöyle devam etti '' Peki abla o sarayda niye o kadar çok oda var'' Ne bileyim neden? E.E kaybolsun da bulunamasın '' diye cevap verdi. Yani güldüm napayım. Anlatma şekli de komik. Bir de ben güldükçe o rahatladı ve o erkeksi ses tonu normal kişiliğine dönerek kendi deyişiyle 'kırık'tonu buldu. Ya dedim, her şey de kadınlar üzerinden. Böyle olmasın. Onun bir şey yaptığı yok. Kaldı ki güzel kadın. Sonra konu sırasıyla İbrahim Tatlıses'in  ettiğini bulduğuna ve yetenek yarışmasındaki türkücü çocuğa da geldi. Çıkaramadım ben çocuğu. Oooo hocam, açın biraz kendinizi dış dünyaya dedi. Ben artık bir noktada kopunca ;''Buldun kırık taksiciyi gülersin tabii dedi''. En son yolu kaybedince ''aman öğretmenim tüm paranı bırakırsın takside. Allah korusun dedi gülerek' . İnerken ''öğretmenim beni gezdirdin senden beş lira almıyorum dedi'' Yalnız ben taksideyken ve bu aile hakkında bu kadar çok aleyhte konuşurken taksici acaba bir yerlerde gizli kamera var mı '' diye düşündüm. Yani paranoya bu boyutta. Bu hikayeyi de kime anlattıyssam '' ay korkmadın mı.?'' diye tepki verdiler. Korkmadım ama taksinin içinde gizli kamera aradım:)

23 Ocak 2015 Cuma

 Sene sonunda sınıf öğretmeninin, başarılı sıralamasında ilk üçe giren öğrenciye hediye alması adettendir. İdare ortalama kağıdını yollayınca ilk işim önce bu kişileri tespit etmek oldu. Üç tane erkek öğrenciydi sıralamaya giren. Özellikler erkek olunca ki 13 yaşında da olsalar hediye almak en sıkıntılı iş. Kızı memnun etmek daha kolay olurdu benim için. Yaklaşık dört gün düşündükten sonra, dedim ki kendi kendime en iyisi sormak. Size bir hediye almak istiyorum; ama alacağım şey konusunda kararsızım. Kitap alsam demeye kalmadan yüzlerini buruşturdular. Yemek ısmarlıyayım dedim. Seslerini çıkarmadılar. Ben de dedim ki ''Size bir ders saati süre veriyorum. Bir karar verin bekliyorum''. Biir ders sonra beni öğretmenler odasından çağırıp ''Öğretmenim bizi Starbucks'a götürür müsünüz ''diye sordular. Biraz çekinnerek sordular elbette. Önceki derslerin birinde Burger King'den başlayıp Starbucks'tan çıkıp hepsinin köküne kibrit suyu edebiyatına girmiştim. Ama çocukları kıracak değildim. Kaldı ki ben de zaman zaman eşi dostu kıramayıp oturuyorum. Karneleri dağıtırken sınıf dördüncüsü dedi ki ''Öğretmenim, ben de üçüncülüğü yarım puanla kaçırdım. Gelebiilir miyim'' Tamam gelebilirsin dedim. Yukarı çıkıp aşağıya inene kadar baktım beş kişi olmuşlar. Beşinci de sonradan eklenen dördüncünün kankası olduğu için onlarla gelecek ama kahve içmeyecekmiş:) . Sonunda  200 metre ötedeki alışveriş merkezine gitmek üzere yola çıkabildik. Sonradan eklenenler cep telefonlarıyla annelerini arayıp öğretmenlerinin kendilerini davet ettiğini söyledi. Sonunda Starbucks'a geldik. Onlar ilk defa geliyorlar, ben de çocuklar Starbucks'ta ne içer en ufak bir fikrim  yok. Biri dedi ki ''Ben espresso içicem'' Baktım olmayacak kadına dedim ki ''Çocuklar genellikle ne içiyorlar?'' Şimdi yazınca münasip gibi görünmeyebilir ama o sırada hiçbirinin umrunda olmadı onlara çocuk demem.Kadının tavsiyesi üzerine hepsi kremalı beyaz mocha aldık. Çok beğendiler kahvelerini. Sonra bir masaya oturduk, gelsin selfiler gitsin toplu fotoğraflar. Birinin arkadaşı inanmamış Starbucks'ta olduğuna hemen ona fotoğraf yollandı. Derslerle ilgili konuştular, güldüler. Bir saat sonra kapıda bizim okulum tüm kadın öğretmenleri göründü. Onlar da kahve içmeye gelmişler. Bizimkiler başladı kıpırdanmaya. Gidelim, sosyalci de geliyo, dincinin yarışmasına katılmadık... Müsaademi isteyip kalktılar. Tatlı bir gündü. Ben onları yollayıp biraz da öğretmenlerle takılıp tatmin edici !!! bir hediye almanın mutluluğuyla evime gittim.

17 Ocak 2015 Cumartesi

İstanbul dışında yaşarken, buraları ziyarete geldiğimde ilk uğradığım yerlerden biri alışveriş merkezleriydi. Gelmeden önce alacaklarımın plannını yapar ve aklımda olmayan bir dolu şey alırdım. Tek bavul geldiğim İstanbul'dan iki bavulla geri dönerdim. Küçük bir yerde yaşıyordum o sıralar ve alışveriş merkezleri gözüme çok güzel geliyordu. Enerjim, param ve zamanım vardı. İstanbul'a ilk geldiğim sıralar da yalan söylemiyeyim gitmeye devam ettim; ancak bi süre sonra hem param ve zamanım azaldı hem de uğultuyu tolere edemeyecek hale geldim. Bugün almak istediğim birkaç eşya yüzünden gidince ne kadar uzun zamandır uğramadığımı farkettim. Bir saatin sonunda gerçekten tüm gücüm tükenmişti. Ağlayan çocuklar, mağazadan mağazaya koşturan insanlar- bunlardan biri de bendim elbette- artık alışveriş merkezlerine olan ilgimin tükenmiş olmasına ve dolayısıyla daha az tüketiyor olmama sevindim.

Sonradan yazıya şöyle bir ekleme yapma ihtiyacı da hissettim. Çok alışveriş yapmaktan ve tüketmekten mutlu olmuyorum; ancak bazen istediğimhiç ve  ihtiyacım olmayan bir şeyi de almak beni mutlu ediyor. Yani bir şey almak istemek, üstümde çok yakışacağını düsünmek beni hayata bağlıyor.

15 Ocak 2015 Perşembe

oryantal

Geçen Selma'ya dedim ki, oryantal kursuna gidip oryantal öğretmek istiyorum. Selma da dedi ki, yahu git zevk al danstan. İnsan oryantal öğreteyim diye kursuna gider mi? Hayır, bir de ne malum bu işi kıvıracağım? Burada kıvırmak becerebilmek anlamında ama içine gerçek anlamını da alıyor. Vay be ne kelime! Neyse, yazayım şuracığa dedim. Gülüyorum bu diyaloğa epeydir.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Bu sene öğretmenlikte 13. senemi çalışıyorum. İlk beş altı senesini gerçekten zevkle, azimle ve inanarak  icra ettiğimi çok rahat söyleyebilirim. Ünye'deydim, laftan anlayan öğrencilerim vardı. Projeler yapıp, hatta sıfırdan bir kütüphane kurup, (yeni kitapları paketlerinden çıkardığımızda paylaştığımız heyecanı hatırlayınca bu işi tek başıma yapmayı denemenin nasıl da imkansız olduğunu çok net anlayabiliyorum).keyfimize bakıyorduk . Sonra İstanbul'a gelmemle her şey tepetaklak oldu. Ümraniye'nin bir mahallesinde bir okulda çalışıyordum. Çocuklarla iletişim kurmak imkansızdı. Neden imkansızdı? Sadece benim için imkansız değildi. Anne babaları için de öyleydi. Başında anne babası bulunan o kadar çok az çocuk vardı ki... Kimisi annesi kimisi babası  ya da her ikisi tarafından terkedilmiş çocuklara, artık bir yüzü toprağa bakan dede anneanneleri bakıyordu. yürümeye hali olmayan seksenine yaklaşmış yaşlı kadın torununun durumunu sormaya geliyordu; pek de iyi olmayan durumunu. Açık konuşmam gerekirse bu insancıklara hiç bir yardımım olamıyordu. Öğrenciyle okuldan neden kaçtığını, derslerine biraz özen göstermesini konuşsam suratıma dünyanın en anlamsız şeyini söylüyormuşum gibi bakıyordu. Haklıydı. On dört yaşından beklenmeyen bakışlar gördüm bu süreç boyunca. Annesi babası başında olup yüzünü göremeyen çocuklar da vardı elbet. Sabah akşam asgari ücrete çalışan, nihayet evlerine ulaştıklarında çocukları uyumuş olan anne babalar... Evde akşamları hırsız gelmesin diye televizyonu açan cocuklar... Okuldaki çoğu öğrenci en çok din dersini seviyordu. Din derslerinde huzur bulduklarını söylüyorlar şu andaki iktidarın en iyisi olduğunu savunuyorlardı. İktidarın lideri en iyisiydi. Huzur İslam'daydı. Yaşam tarzları savundukları şeye tamamen aykırıydı oysa. Özgürlük istiyorlardı. Kız erkek ilişkisi özgür olsun, kıyafetlerine kimsenin karışmamasını talep ediyorlardı. Akıllılardı. Çıtlattığım şeyler hoşlarına gitmiyordu.. Bu okuldaki son senemde okula ağlayarak gidiyordum. Yardım edemiyordum, öğretemiyordum. Bu iş gerçekten baş ağrısı gibiydi. İşimden ayrılmadım. Ben alıştığı şeyii pek de çabuk bırakamayan, kafasına memur zihniyetini tamamen kazımış bir insandım. Bekledim sabrettim; bu yolun sonunda elbetteki cennet bahçesi beklemeyerek.

Bu sene  daha iyi merkezde bir okulda çalışıyorum. Yine Ümraniye'de ve bir o kadar farklı. İletişime daha açık, ne demek istediğimi anlayabilen öğrencilerim var. Çoğunun anne babası yanında . Öğle arasındaki beş dakika arada çocuklarının durumunu sormaya geliyorlar. Çocukların bir okul kazanma dertleri var. Stresliler, Ümraniye'den çıkmak istiyorlar. Çalışıp yapamayan kendini bitiriyor. Belki kendilerini en yalnız hissettikleri dönem; çocukluk ve ergenlik malum hepimizin başından geçti, yapısı gereği öyle bir dönem; ama çaresiz değiller. Sistemle ilgili bir sürü sıkıntıya rağmen kendimi daha iyi hissediyorum, işe yarar hissediyorumr. Hiç bi.rşeyi fanatikçe savunmuyorlar. Ön planda kendileri, hedefleri ve yapmak istedikleri şeyler var. Özgür olmak, yeni şeyler denemek ve farklı ülkeler görmek istiyorlar.

Ama bana göre gerçek öğretmenlik gerçekten o keşmekeş içinde öğrencilerin elinden tutabilmek. Ben güçsüz kaldım ve çok öğrenciye yardım edemedim gibi hissediyorum. Bunu yapabilen meslektaşlarıma ise gerçekten saygı duyuyorum.