17 Ağustos 2016 Çarşamba

Üniversiteden önce 18 üniversiteden sonra sekiz senemin geçtiği memleketime senede bir defa geliyorum. Bu gelişimde yaklaşık 12 gün kaldım ve huzur buldum;çok iyi geldi. Burası küçük bir şehir. Rahatlığının yanında buralı olursan çok kısa sürede kendini buradaki vıcık vıcık bir iç içeliğin yamacında bulabilirsin; ancak farkındalık çok önemliymiş ki ben bunu da bu gelişimde anladım. Önceden burda bir şekilde hayatıma müdahale edildiğinin farkındaydım ama her şey ayarına fazlasıyla uygun ve sinsice ilerliyordu ki farkına varamıyordum. Bu kez, annemin teyzemin sağın solun bu müdahale işini nasıl da mahir bir ustalıkla yaptığının farkına vardım ve bundan kendini korumayı öğrendim. Tabii 100 de yüz başarılı olduğumu da söyleyemem. Burada hiç kimse karşısındakini çok da düşünmeden istediği olsun istiyor ve bunu farketmeden uygulamaya koyuyor. Eğer benim gibi itaatkar bir insansanız kanınızın son dakikasına kadar bunları dinleyip tükeniyor ve şehirden kendinizi nasıl atacağınızı bilemiyorsunuz. Küçük yerlerde yaşamak gerçekten zor. Öyle uzaktan göründüğü gibi değil.

Gel gör ki buraya geldiğimde dilediğimce kitap okuyor, yazıyor, film izliyor ve kafayı boşaltıyorum. En azından bu gelişte İstanbul'da alıştığım her şeyden uzakta olmak inanılmaz derecede iyi geldi. Buradan da oradaki manipülasyon şekillerini görüp insanların kendince buldukları oyalanma çeşitlerinin nasıl da abartıldığını dehşetle farkettim. Hepimiz ben de dahil abartı olmadan, duygusal zihinsel,yaşayamıyoruz. Neyse güzel zamanların olur inşallah. Zaten bundan sonra herşey inşallah maşallah.



11 Ağustos 2016 Perşembe

Öğle namazına müteakkip

Doğduğum ve büyüdüğüm yere annemleri ziyarete geldim. Çoğu Karadeniz kasabasına göre medeni bulduğum bir yer. Tabii ki çoğu Türk kasabası gibi 30 yıl önce daha medeni, daha temiz hatta daha modern bir ilçeymiş. E o zaman da insanlar dindardı ; ama anladığım kadarıyla tüm radikallik ve aşırılıktan uzak bir şekilde, çevresindeki insanlara da saygı duyarak. Temiz bir kuşak yani bahsettiğim.

Böyle bir giriş yaptım ama aslında başka bir şeyden bahsetmek istiyordum. Buraya geleli beş gün oldu ve her gün belki birkaç tane selaa veriliyor ölenlerin arkasından. Bunu ilk kez görmüyorum; hatta zaman zaman şu kelimeleri de belediye görevlisi ya da hocayla birlikte geçmişten gelen bir öğrenmeyle tekrar ediyorum ;''Cenazesi öğle namazına müteakip aile mezarlığında defnedilecektir'' Kaç yıllık öğrenme. Bu kısmı çocukken de hep tekrar ederdim. O zamanlar sela başlayınca evdekiler çok enteresan bir şey olmuş gibi önce ''Aaa biri ölmüş'' derler, ardından da kimin öldüğünü anlamak için televizyonun, radyonun ya da kendilerinin seslerini kısarlar , ''şşşt sus bir dakika'' derler ve dikkatle dinlerlerdi.

Şimdi bakıyorum da selaalar bir kaç kez verildiği için kimse öyle bir sessizlik talep etmiyor. Aslında benim dışımda çok acayip bulan da yok. Ben her defasında kalbim pıt pıt dinliyorum; aaa biri ölmüş şaşkınlığıyla. Çünkü İstanbul'da böyle şeyler yok, her gün birileri bizi ölümü hatırlatmıyor. Sanıyorum sela okunsa da ölünün şeceresini belirtmek için kimselerin onu duyma, anlama ve koşa koşa cenazeye gitmeye vakti yok.

Bu belki biraz benim sinekten yağ çıkarmam yani her şeyden bir öğreti bulmaya çalışmam; ama büyük şehirlerde yaşayıp zaman zaman hayatın gerçeklerini unuturken selaalardan da korkar hale gelmişim. Belki biraz daha yaşasam burda kayıtsızlaşıcam, ay bana da sıra geliyor kafasından uzaklaşıcam. Kim bilir?

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Linda

Buraya yine en son beni etkileyen bir hikaye yazmışım... Beni etkileyen bir sürü hikayeden sadece biri. Tembel bir insan olmasam buralar yaşam dolar nefes alır. Kendi hayat hikayemi çok cesur ve ilginç bulmadığımdan olacak cebimde ilginç insan yaşam öyküleriyle dolanıyorum. Linda'yla tanışmam ikimizin de İstanbul'a ikinci defa şans vermesi sayesinde oldu. Linda Avustralyalıydı, daha önceden İstanbul'da yaşamıştı ama işte sonradan birşey olmuştu, buralar ona batmıştı, sıkılmıştı memleketine geri dönmüştü. Onun anlatmasına göre. Ben de üniversitede hayattan korkmanın hata yapmaktan için için kaçmanın son aşamasına gelmiş memleketime geri dönmüştüm. Kendimi neden böylesine tüketmiştim daha 22 yaşında hala tam olarak kavrayamıyorum ama konu ben değiilim. Kendi narsist hikayemi de bir ara döner anlatırım. İşte bir şekilde ikimmiz de İstanbuk'a yeni bir şans vermeye kaar vermiştik farklı yerlerde ve büyük ihtimalle benzer zamanlarda. Linda, Avustralya'da hasita annesine bakmış ve son günlerinde onu hep olmak ve gömülmek istediği yere götürmüştü; İngiltere'ye. Bu arada benim büyük ihtimal duygusal yoğunluğunu anladığım ama yaşanma şeklini hiç kavrayamadığım büyük bir aşk yaşamıştı Kore'de; çok severek ama kendinden bir şeyler vermenin de artık zor olduğunu bilerek ve buna zarar vermekten çokça korkarak.. Bu onun ifadesiydi ve yogerçekten herşeyi çok güzel ifade ederdi. Çok ironi yapardı, dalga geçerdi ve inanılmaz güçlü ve güzeldi. Annesini gömdükten sonra Linda apar topar İstanbul'a geri gelmişti. İstanbu'un onu iyileştireceğini düşünüyordu. Hala bazı arkadaşları burda yaşıyordu. Tabii şunu belirtmek gerek; Linda laf olsun torba dolsun diye kimseyle muhabbete girmezdi. Sevdikleriyle konuşur ama özüne kadar yapardı bu işi de. Sevmediğine de sanırım selamını bile vermek istemezdi. Linda, Selma'nın bir odasını tutunca bizim yollarımız kesişti. O esnada ben de çok yazı yazıyordum;çocuklar için öyküler. Linda ise üniversitede antropoloji eğitmi almıştı ve Türklerin geç diyebileceği bir yaşta yaatıcı yazarlık okumuş, yüksek lisansını bitirmiş ve doktoraya başlamıştı. Selma ikimizin bu ortak noktasını bulunca bizi tanıştırdı. Linda iki kez evlenmişti. İki kocasını da o kadar çok sevmemişti dediğine göre. Sonra iki çocuğu olmuş ve kızıyla tam olarak iyi ilişkiler kuramamıştı. Kızı Linda'yla konuşmuyor ve yardımını istemiyordu; oysa çok ihtiyacı vardı. Linda bir şekilde kızıyla sırf torunlarının iyiliği için buluşmuş ve bir ayını da bu yavrucakları adam etmeye ayırmıştı. Yapamadı tabii.... Sonra kızı evi de yanlışlıkla yaktı ve Linda burdan oturduğu yerden hem artık ne yapayım bu kız da babasına benzerdi diyor hem de biraz para takviyesi yapayım da nasıl acaba'nın derdine düşüyordu. Oğluyla arası iyiydi. Şimdi facebook'Ta da oğlunun postlarına bakıyorum da sanki Linda konuşuyor; net ve istemediği şeyler dile getiren. postlar.

Geçen sene buralar artık Linda'ya batmaya başladı aynen bana da olduğu gibi. Yeni insan tanıma kapasitemizi ikimiz de doldurmuştuk; ama o gitmek istiyordu. En sonunda Endonezya'ya gitmeye karar verdi İngilizce öğretmek için. Burda da aynı işi yapıyordu. O sıralarda o kadar Gezdi ki ben Linda'yı TAKİP EDEMEZ HALE GELDİM. En son Avustralya'ya dönüp ordan Endonezya'ya gideceğini söyledi. İstanbul'da Baylan'da son defa buluşmamızda - bu arada birbirimize bunun asla son buluşma olmadığını gitmeden mutlaka bir kez daha buluşacağımızı söyleyip duruyorduk- Linda bana çok güzel zaman zaman da çok üzücü hikayeler anlattı. Annesini ve ne yazık ki çok zalim bulduğu babasını, annesinin son günlerini, teyzesini... Baylan'dan sonra gittiğimiz küçük kahveci de bir yandan ikimiz de gözyaşı döküyor bir yandan konuşuyorduk. Aslında bu aynen böyle olduğu için hiç abartmadan anlatıyorum. Yoksa ajitasyon Linda'nın da en nefret ettiği şeydi; ama o gün olan buydu. Linda yıllarca kendisini salak sandığı için- babası onu böyle büyütmüş ve sonra terkedip gitmişti- kimseyle tek bir kelime konuşamamış üniversiteyi kazandığı zaman da aslında o kadar salak olmadığını anlamış, şaşırmış v içindeki gücüne bizim sevdiğimiz Linda haline kavuşmuştu. Linda Endonezya'ya gittikten sonra en yakın arkadaşım hastalanmıştı ve Linda'ya uzun bir mail atmış onu sıcacık ama içime çok iyi gelen, tavsiyelerle dolu, kuyruğu dik tutmamı söyleyen mesajını almıştım. Sonra birkaç kere daha mesajlaştık, facebook'ta takip ettik derken...

Ortak arkadaşımız Deniz ağlayarak beni aradı bir afta önce. Gül, Linda ölmüş diyorlar bir baksana dedi. Maalesef doğruydu. Beyninde bir anda anevrizma oluşmuş, oğlunu aramıştı. Akabinde aynı gün bilincini kaybetmiş ve bir daha ayılamamıştı. Linda 57 yaşıındaydı ve çok güzeldi... yaşam doluydu. Belki çok klişe küçük şeylerden zevk almayı öğrenmişti. Her gün altıda kalkar tezini yazar,okur ve çok güzel örgü örerdi. Çok iyi dinler akıl verir ve mutlaka sıkı sıkı sarılırdı. Benim aklımda hep şu sahne var; Linda'ya Moda parkında buluşurduk kimi zaman. Benim hep başarısız gönül meselelerim olurdu ve yazamadığımdan şikayet ederdim. Linda'da beni dinler ve küçük küçük yani kibarca fırça çekerdi. Ben de tabii ki bu fırçaların üstü kapalı pşduğu için nice zaman sonra farkederdim  :) En son ayrılacağımız zaman yine sarılırdık. Birbirimize diğer kadın arkadaşlarımla olduğu gibi iyi gelirdik. Linda'nın ölüm haberini aldığımda keşke gitmeseydi dedim; ama çok anlamsızdı. 

Şimdi yazıyı bağlamak için son söz bulamıyorum ve ne kadar yazsam o kadar anlatamamışım gibi geliyor.Sadece çok huzurlu olmasını diliyor ve bunun için dua ediyorum.