25 Aralık 2019 Çarşamba

Nüktedanlık

2019 yılında en severek okuduğum kitap Orhan Pamuk'un Kafamda tuhaflık kitabı oldu. Kitabı 2015 yılında almıştım. Üstelik imzalatmıştım da. İstiklal caddesinde arkadaşım benden önce gitmiş, sıraya girmişti. Ben de utanmadan kaynak yapmıştım.Aslında imza almak pek de umurumda değildi ama içeri girince heyecanlandım, Orhan Pamuk'u canlı görmek tatlı bir his verdi. Yazar imza gününe beklenenden 45 dakika erken geldi. İçimden bir ses o saati bile zor etmiştir diyor şimdi. Geldiğinde çok stresliydi. Her şeyi kontrol etmeye çalışıyor, korumalarına ''Okurlarımla arama girmeyin, ben şöyle bir göz göze gelmek istiyorum'' diyordu. Zaman zaman büyük ihtimalle o kadar kalabalığı yönetemeyeceğini de elbette anlayınca bazı kurallarını ihlal eden okurları  azarladı; ama yine de beş kitap imzalatmaya çalışanları da kırmadı. Şimdi neden böyle oldu diyemem, Orhan Pamuk'a zaman zaman takındığı o sinirli halinden dolayı da laf söyleyemem. Benim için koskoca yazarın da ötesinde duygudaşım karakter yaratıyor adam. İçim dolu dolu okuyor, işte ben biraz da buyum aynı bu karakter gibi bir parça bunları da yaşadığım için de diyorum.Kafamda tuhaflık var'daki Mevlut'u yazar gibi ben de çok sevdim-bir söyleşisinde en sevdiği karakter olduğunu söylüyor- ve kendimden çok şey buldum. İşte ben bir Pamuk olmadığım için bunu kafamdaki beş kelimeyle de anlatamıyorum. Aslında bu yazıyı kendime şunu hatırlatmak için de yazıyorum. Orhan Pamuk, Ian Mcewan, Salinger'ı ,Phoebe Wallerbridge'i neden seviyorum?. Az evvel bir arkadaşımla konuşurken düşündüm. Hepsi de çok kederli şeyler anlatıyorlar ama bunu yaparken öyle ince bir nüktedanlıkları var ki kendini tamamen de o kasvete de bırakamıyorsun. Yani o artık kasvetli dertli bir eser değil hayatın tam da kendisi oluyor. Bir sonraki yazımda keşke üşenmesem de bu meseleyi daha detaylı yazabilsem.

15 Aralık 2019 Pazar

Old'a old diyememek

İpe sapa gelmez şeyleri yazmayı seviyorum buraya. Kafam da öyle çünkü. İşe yaramayan beni saatlerce düşündüren bin tane konu, burada bile yazmaya utandığı dünya kadar çıkarım var. Bir İngiliz kadın birine mature demedim de old dedim diye burnundan soludu. Buna harcanan enerjiye acıdım. Bak dedim cross cultural deniyor. Old'un senin kültürünle benim kültürümde yarattığı etki aynı değil. Biz bunu kabalıktan söylemiyoruz. Old'u old'a söylemeyeceksem kime söyleyeceğim. Kör'e kör, cüceye cüce diyememek gibi.  Cüce'ye küçük insan diyeceksek cüce'yi kim için kullanacağız. Afedersin cüce, afedersin old mu diyeceğiz.İşte böyle kafa karışılıkları.

5 Aralık 2019 Perşembe

Gizlilik

Bundan on yıl önce özel hayatın gizliliği diye bir şey bilmezdim. Birazdan anlatacağım olaylardan ne kadar da bilmez olduğum anlaşılacak. Allah'tan İskoçyalı bir ablamız vardı da tek bir sözüyle çaktı kafamıza bu kavramı.

Yaklaşık 10 sene önce yabancılara Türkçe öğretmeye başladım. İlk öğrencilerimden biri de Türkçeyi sular seller gibi öğrenen doğu ülkelerinden genç bir mühendisti. Çok akıllıydı. Tüm gün inanılmaz bir tempoda çalışıp akşamları kulüplere gitmeye doyamazdı. Gay olduğunu söyledi. Ülkesinde çok zorlandığından bahsediyordu. Laf arasında hoş erkeklerden bahsediyor ve akşam dans ettiğini söylüyordu. Yine aynı zamanlarda bir Avrupa ülkesinden çok hoş otuzlarının başında bir genç kadına ders vermeye başladım. Kız internetten zor bela bir iş bulmuştu, parasını alamıyordu ve sevgilisyle yaşıyordu. Sevgilisi de yatılı okullarda okumuş yarı Türk yarı İngiliz çok ünlü bir firmada çalışan beyaz yakalıydı. Adam neredeyse 150 kiloydu. Bana göre aşırı sevimsiz, her an iddialaşmaya hazır, kızı zaman zaman yanımda azarlayan bir insandı. İlginç bir ismi vardı. Diyelim adı San Sebastian  olsun.
Gay öğrencimle bir gün ders yaparken bir cümle kurmasını söyledim. Cümlenin öznesi olarak San Sebastian'ı kullandı. Şaşırdım. Dedim ki bunu nereden buldun Allahaşkına. Ben de tanıyorum bir San Sebastian. Bir öğrencimin erkek arkadaşı. Öğrencim şaşırdı, bozuldu, daha ortada bir şey yok. Dedi ki fotoğraf göstersem tanır msın? E dedim tanırım. Fotoğraf gösterdi. San Sebastian ve öğrencim yan yana romantik bir poz vermişlerdi. Evet o dedim ama ben de bozuldum. Sonra dersten çıktıktan sonra Naber San Sebastian, kız arkadaşın nasıl? diyerek  adama telefon açtı ve ortaya kor bir ateş attı . O gün sessizce ayrıldık. Belki bir üç ders daha yaptık, dersi bıraktı. San sebastian'ın kız arkadaşına ise bir daha ulaşamadım. Çok tuhaf bir andı. Tüm bunları bilinçli olarak yapmadım ama ortada gizli hayatın gizliliği diye bir şey de bırakmadım. İskoçyalı abla çıktı ve dedi ki ''Hayatta her şeyin de ortaya çıkması gerekmiyor'' Evet dedim ama çok geçti ve tuhaftı. Aslında bir anda ortaya kor ateş gibi düşen belki de bendim.

O zamandan sonra bunun üzerine çok düşündüm. Evet meraklı biriyim ama profesyonel ilişkilerimde bir set çekmeye başladım. Özel sorular sormak yok, asla karşındakinin hayatıylailgili yorum yapmak yok.

4 Aralık 2019 Çarşamba

Acaba yılın en son gününe kadar her gün bir yazı yazabilir miyim? Pek sanmıyorum. Evet bu blog dolsun istiyorum. Çünkü yıllar evvel aldığım notları okuduğumda mutlu oluyorum. Hiç değişmem sandığım ben'in o zaman nasıl olduğunu bana üstelik kendi devrik ve zayıf vokabülerimle bana anlatıyor. Öte yandan yazmakla ilgili hiçbir sözümü de tutmadım şu zamana kadar. Neyse, bugün neler oldu? onu yazayım.

1- Okula gittim geldim:) Çok heyecanlı

2- Okuldan arkadaşımla dışarıda yemek yedik ve Arnavutların parayı pulu ama gösterişi ne çok sevdiklerini anlattı. Kendi yarı arnavut olduğu için onu pek de Arnavut'tan saymadıklarını, bir Arnavut'un cebinde parası olmasa da borç harç kollarına biledik aldığını söyledi. Ye kürküm ye'nin en rağbet gördüğü şu dönemde Anavutlar olaya erken uyanmış biraz abartılı olarak.

3-Bugün Pisa Sonuçlarının  Student wellbeing and growth mindset sonuçlarını inceledim. Elbette orada da  çocukların ne kadar mutsuz oldukları sonucu çıkıyor. Ancak özellikle şu madde epeyce kalbimi kırdı. Madde şu ; başarısız olduğumda insanların ne düşündüklerini çok önemsiyorum.  Oecd ülkelerine göre oran çok yüksek. Bu hep böyle değil miydi? Belki benim terapideki en önemli meselem de bu. Değişen hiçbir şey yok.

22 Kasım 2019 Cuma

Tatlı bir cahillik

Vallahi gençlik demek cahillik demek. Ama bildiğimiz anlamıyla değil, kötülüğe açılan pencere değil yani. Tatlı bilmezlik, hayat tecrübesi azlığı, kendine fazla yüklenmek. Bazen de fazla güvenmek, çok şey beklemek ya da tam tersi ezmek. İlk görev yaptığım yer köyden bozma bir kasabaydı. Köyden bozma kasaba? Şöyle... siyasi nedenlerle ilçe yapılmış bir köy. Bir ilköğretim okulu bir de lise vardı. Gelen öğrenciler de asla ilçenin merkezinden değil etraftaki köylerden gelirlerdi. 22 yaşında İstanbul'un merkezinden bir genç kadını getirmişler dağa tepeye ırmağa bakan bir sınıfa yerleştirmişler diye düşünün. O zamanlar pastoral hayata böyle tezahürat da yok tabii. Her gün hastayım. Alerjik rinitle o zaman tanıştım .Çok uzun hikayesi olan bir yer. Sevgiyle andığım ama zaman zaman da içimdeki karanlıkta kalma korkusunu tetikleyen cinsten . Şimdi oradaki hikayelerim asla acı ızdırap drama dolu değil. Aksine hepsine şaşırarak baktığımı anımsıyorum.  ilk öğretmenlikte çok müfettiş gelir yeni öğretmenlere. Bu köylerde  tepelerde bulunan okullara daha çok gelir ki müfe yolluk da alabilsinler diye. Kesinlikle öğretmenleri korkuttuklarını bilirler ve o boktan egolarını saçma sapan konuştururlar. Neyse gelip gidiyorlar ama kesinlikle dinlemiyorum bunların dediklerini. Çünkü benim de kendime göre bir egom var ve bu adamların da bu işten asla anlamadıklarını düşünüyorum. Tehlikeyi farkettiniz mi? İlk dönem rehberlik bitti derken bu defa teftişe gelmeye başladılar. Not vericekler bu defa. Daha ilk öğretmenlik senende ki henüz bir sene de dolmamış henüz okuma yazma bilmeyen çocuklara nasıl İngilizce öğrettiğine bakacak. Ben tabii panik oluyorum ama herkes diyor ki merak etme İngilizce bilmezler, planlarını şöyle bir bakar geçer. Beklenen gün geldiğinde maalesef ki İngilizce bilen müfettişin bana düştüğünü gördüm. Olacak ve görülecek iş değildi. Müfettiş içeri girdi, şöyle bir planlara baktı ve çocuklara soru sormaya karar verdi. Allah için en istekli parmak kaldıranı kaldırdı ve dedi ki What's your name? Kız kendinden çok emin bir ifadeyle my nameee is ......Okunuşunu da aynen yazılışı gibi dedi. neym değil name. Sinirden kıpkırmızı oldum. İşte tam da bahsettiğim cahillik buydu yazının başına. Buna şu anda kızma ne kelime belki gözlerim kısılırcasına gülerim. Müfettiş bir ay sonra notu postaladı;80. Seksen eh işte öğretmensin. Ben de öğretmenliğimin ilk altı ayında ancak bu kadar olabilirdim zaten.

18 Kasım 2019 Pazartesi

Kapıls

İnsan ilişkilerini yönetemiyorum. Özellikle evli bir çiftlerler olanı. Bir kere kendilerine özgü çok dikenli yolları ve  ayarları var. O yüksek gerilimin arasında asla kendim olmayarak, kimsenin tavuğuna kış dememeye çalışarak ama mutlaka da yanlışlıkla diyerek günü geçirdiğim zamanlar oluyor. Bir kere bunların kendi aralarında  farklı bir iletişim biçimleri oluyor. Bazen bir burun kaşıma çok eski bir mevzuyu açabiliyor ve kim haklı kavgası 10 sene önce kaldığı yerden devam etmeye başlıyor.   Sen anlayana, ay acaba benim yüzümden mi oldu diyene kadar kavga bitmiş, kılıçlar çekilmiş ve soğuk bir savaş başlamış oluyor. Hafta sonu böyle bir şey yaşadım. Çok rahatsız oldum, üzerime alındım, sonra vazgeçtim ve ciddi ciddi tüm enerjimin bir anda yok olduğunu hissettim.

Ders alan öğrencim, ders almayan karısına hadi sen biraz gez gel, biz ders yapalım minvalinde sözler söyleyince ama kibarca kadın pasif agresifliğin gözüne vurdu. Bu art arda söylenmiş cümleye tepki vermeyerek sinirden kızarmış bir şekilde telefon ekranının içine girmeyi tercih etti. Acaba kadında ne tetiklendi?Anlayamayacağım hızda bir İngilizceyle çift beş saniyelik gergin bir diyalogla kavgalarını bitirdikten sonra, dersimize devam ettik. Tabii ki kafam asla derste olmayarak ve zaman zaman da adama sorduğum soruyu bile unutarak:) Bazen gerçekten kendime gülüyorum. Bu tabii biraz da benim meraklı yapım. Şimdi ne oldu burada ve bırrrrr neden çok soğuk ortalık? İki saat kadının ağzından zoraki dökülen bir kaç kelime sonrası dersimiz bitti ve derin bir oh çektim. Hem oh çektim hem de şükrettim.

16 Kasım 2019 Cumartesi

Sevdiğim kokular 2

Sevdiğim kokulardan devam edeyim. Aklıma yemek yapılmak üzere kavrulan soğan kokusu geldi. Ne kadar davetkar... Davetkar da neye davetkar? :) Huzura, güvene, ailecek yenen yemeklere, birlik duygusuna, mutluluğa. Gerçi ben kavrulmuş soğanın ekleneceği sebzenin içinde tüm havasını kaybettiğine inananlardanım. Evet lezzeti arttırıyor ama o ilk salça ve yağ ile etrafa yaydığı çoşkuyu kaybediyor. Şu satırları yazarken acaba kafayı mı yedim diye kendime sordum. Amacım burada edebiyat şovu yapmak değil eee o zaman soğana yapılan bu güzelleme ne? Bilmiyorum.

Dedemin içten merdivenli ahşap evinde merdivenlerde oturuyorum. Annem mutfakta yemek yapıyor. Yüzünde her yemek yaptığında takındığı bir tebessüm var. Bu hafif tebessümü hep kollarım, yine orada mı diye. Evet hep orada olur. Merdivenden kayarken,belki bebeklerimle oynarken ve şahane hayaller  kurarken soğan yağ ve salça üçlüsünün yaydığı koku burnuma geliyor. İçime verdiği o huzuru mutluluğu anlatamıyorum. O anda gözüme her şey olumlu görünüyor. Koşa koşa annemin yanına gidiyorum. Ne zaman hazır olacak. 25 dakika sonra diyor annem, ben seni çağırırım. Beş dakika sonra o sihirli koku yok oluyor ve etrafa daha baskın fasulye kokusu yayılıyor. Keyfim kaçmıyor elbette, o da nimettir ama soğan yağ ve salça üçlüsünün yarattığı elektriği yaratamıyor bende. Annem hadi yemek oldu diye çağırdığında koşa koşa gidip şöyle bir bakıp kokluyorum. Geri dur, saç düşüreceksin diyor annem. I ıhhh yemiyorum, güzel kokmuyor. Ne demek istiyorum belli değil. Ne yaparsan yap diyor annem.Sıkılıyorum. O hızla merdivenlerden takır takır inip, inerken annem yavaşş diye bağırıyor, kendimi yemek çiçek ağaç kokulu sokağa atıyorum.

12 Kasım 2019 Salı

Hoşuma giden kokular

1- Çilek reçeli kokusu. Yemeyi sevmiyorum ama kokusu bir sıcaklık veriyor içime. Sanki birazdan kapı çalacak da eve taze süt gelecek gibi. Annem pencereyi açacak , küçük bir cam kaba koyduğu  reçelini  göstererek dayısının kızına seslenecek ' Dayım kızı Ayşe, reçelim nasıl olmuş'' diyecek . Şimdi bunu aile olmanın verdiği anlık bir mutluluk diye yorumluyorum, o zamanki halimle de büyük ihtimalle rutinin verdiği huzurdu.Çocuklar severmiş düzeni, rutini ve en çok ihtiyaçları olan da buymuş meğer. Gerçi hala çok seviyorum rutinimi. Şu bloğun değişmeyen çehresinden bile belli. Gerçi artık üşengeçlikten...

2- Taze ev baklavası kokusu... Annemin ev tatlısı açan yengesinin imalathane gibi kullandığı genişçe bir apartmanın elma ağaçlı ve tavuklu bahçesine bakan en arka odası. İçindeki her eşya sanki bin yıllık. Yani bu bahsettim yıllar 90 lar olduğuna göre o zaman bile o his. Hiç değişmemişler. Yerde bir oklava ve tatlı açma masası. Bunun özel bir adı olmalı. Açılan tatlılar fırında piştikten sonra bu odanın bir köşesinde beklemeye bırakılıyor. Şerbetleri dökülmek üzere... Çok et yiyen bir ahalisi vardı evin. Mutfağı işkembe ya da haşlama kokulu hatırlıyorum mesela.İşte bu kasap kokulu evin bu minik hünerli odası adeta Charlie'nin çikolata fabrikası, bayram yeri, sakinleştirici bir antidepresan... O odaya girince 15'sem 10 olasım gelirdi. Baklavanın da meğer kafa yapan bir kokusu varmış. Bunu sadece ben anlayabilirim galiba. Başka biri varsa ses versin.

9 Kasım 2019 Cumartesi

Seninki de dert mi?

Bazı yazıları kardeşim bu da dert mi yani diyerekten okuyorum. Bunun da çok küstah bir hareket olduğunun farkındayım. Herkes yaşadığını bilir; ama yine de öyle demekten kendimi alamıyorum. Zaten artık utanma belasına mıdır nedir bu satırları da yazanlar bunu bazen aralarda söylüyorlar. Besbelli kıskanıyor da olabilirim. Evet kıskanıyorum her işi yolundayken kendi kendine dert yaratanları. Yazma çabam kendimi anlamaya yönelik. Benim sıksan on kelimeden oluşan blogumdan da bir medet umduğum yok. En iyi ben yazarım diye serilmedim yola ama o kendinden büyük çıkarımlar, satır aralarından fışkıran ben aslında ne kadar da mükemmelim yorumlarda aksini yazarsanız çok öfkelenerimler cidden basıyor bazen.

8 Ekim 2019 Salı

Korkmayalım

 Üç senedir okuttuğum bir kız öğrencim var. Bu sene derslerine girmiyorum; ama kızın akıllı ve kendini çok güzel ifade ettiğini söyleyebilirim. Heyecanlanmadan tane tane özenli kelimeler seçerek ifade eder kendini. 11 yaşındaki bu özene , bahsettiği şey doğru olmasa bile, saygı duyar hayranlıkla dinlersin. Bu sene derslerine girmiyorum. Geçen hafta okul koridorunda gördüm,kapanmış. Şaşırdım, üzüldüm; ama bir şey demedim. Kapanmasına karşı duyduğum üzülme hissi ulusalcı ya da chpli teyze tepkisi gibi zannedilmesin;öyle değil. 13 yaşın böyle bir karar için erken olduğunu düşünüyorum. İnsanın beden algısı gelişmemiş oluyor. Hele de kadınsanız. Regl olmak, memelerin büyümesi,hormanlar... Her şey fazlasıyla kafa karıştırıcı. Dışarıda hareketli bir hayat var. Yaşamasan da instagram,facebook bombardımanı. Yani karışık bir kafayı vücudunda taşıyorsun genç bir ergen olarak. Neyse bu hafta baktım kafasını açmış. Elbette çok sevindim. Gittim hemen yanına. Bir kenarda konuştuk. Ne olduğunu sormama bile gerek kalmadan açıldı. Öğretmenim açıldım, yapamadım, alışamadım dedi. Ailen mi zorladı ne oldu dedim. Ailem zorlamadı, ama korktum. Korktuğum için de kapanmak istedim. Daha fazla soru sormadım. Zaten zor bir konu. Korkma! diyebildim. Kafadan ''iyi bir insan yeterli sanırım'' demek çok üstten ve kibirli bir ifade olacak gibime geldi. Hatta bir şey söylemekte de zorlandım. Korkma bile zor çıktı ağzımdan ama rahatlatıcı bir şey demek istedim bir yerleri kırmadan. Ben korkma deyince sarıldı, ben de ona sarıldım. Ayrıldık.


Bana da öğrencimin cesaretine, gücüne ve şahane karakterine hayran olmak kaldı.



6 Ekim 2019 Pazar

Akıllı karısı olan erkekler...

Yeni bir öğrencim var; İrlandalı, Türkçe öğretiyorum. İyi anlaşıyoruz. Akıllı ve nazik bir insan. Bana pozisyonunu hiç açıklamadı. Ben de yüksek pozisyonlu olduğunu tahmin ettiğim için internetten araştırma işine girmedim. Ne zamandır da böyle. İlk başlarda nerede okumuş hangi pozisyonda çalışıyor diye bakıyordum öğrencilerime. Şimdi aşağı yukarı hepsi benzer işlerde diye bakmıyorum.

Bugün öğrencim konuşma arasında dünyadaki en iyi üniversitelerden birinden mezun olduğunu açıkladı.Bunun üzerine ben de pozisyonuna bakayım dedim. Şaşırdım. Neye şaşırdım? Adama bakıp bu yönetici olamaz yeaa, Türkler bunu hayatta dinlemez fazla kibar bu orta düzey bir çalışandır demiştim. Çünkü adam fazlasıyla düzgün fazlasıyla nazikti.

Aslında yukarıda adamla ilgili birözet geçmek istedim. Tanıdığım üst düzey kibirli Türk patronlarla adamı hemen bir kıyasa girdim. Devamında da şöyle bir diyalog gelişti. Bugün bana dedi ki çocuklarımız akıllı, annelerine çekmişler. Bunu daha önceden de demişti. Görüceksin karım çok akıllıdır.Benden daha kısa sürede öğrenir her şeyi. Bu arada karısı da aynı yerden mezun  ama çalışmıyor. Adamın çalıştığı yerlerde birlikte yaşıyorlar. Öğrencimin bunu tekrar söylemesi o kadar hoşuma gitti ki... İçtenliği çok açıktı. Teşekkür ederim, umudumu yeşerttin dedim. Boş bir şekilde suratıma baktı. What do you mean ? dedi. Yani dedim  erkeklerin egodan patladığı , doğu mu batı mı belli olamayan bu ülkede karına hakkını teslim etmen ve samimi bir şekilde bunu ifade etmen umudumu yeşertti . Kim bilir belki Türkiye'de de karşılaşacağız senin familyadan insanlarla dedim. Adam bastığı kahkahayı. Büyük ihtimalle ben nasıl bir deliyle karşı karşıyayım acaba diyerek.

Ben oldukça düşük profilli bir devlet okulunda çalışıyorum. Müdür yardımcısından erkek öğretmenine kadar buram buram üstünlük taslayan erkek öğretmenler var okulumda. Kadına gerçekten ikinci snıf bakan (ezbere söylemiyorum) ve tek bir işe el uzatmayıp yapılan işleri küçümseyen. Hal böyle olunca böyle tatlı sözler söyleyen hakkını teslim eden karısına iyi davranan adamlara belki çok saçma ama hayranlık duyuyorum. Gerçekten de umudum yeşeriyor.

11 Ağustos 2019 Pazar

Sınırlı ilişki

İkili ilişkilerde, sadece sevgili değil arkadaşlık ilişkisinde de, acaba diyorum sevmekten önce sevilmeye mi çalışıyoruz  da o sebeple bu kadar çok dırdır ediyoruz. Bence öyle. Ve bu sağlıksız ilişkilerin de temelini oluşturuyor. Çok yorucu bir kere. Yeter ki karşımdaki o insan bizi sevsin,  arkadaş olsun. O sevsin de ben onun beni ne kadar kırdığını söylemem, kırılmıyormuş gibi yaparım. Sonra da ortaya dağ gibi ''ben onu bu kadar seviyorum da o bana niye böyle davranıyor?'' probleminiz çıkar. Hayır siz onu sevmiyorsunuz. Önceliğiniz sevilmek. Ama hali hazırdaki halinizle sevileceğinize olan inancınız da sıfır. O kişinin sandığı kişi olarak sevileceğinize inanıyor, onun fikirlerinizi üstünüze giyiniyor, her dediğini onaylıyor ve bir gün dalga dalga üstünüze gelecek sizi mahvedecek sinir harbinizi de hazırlıyorsunuz. Haliyle başka bir kişiye de büründüğünüz için siz diye bir şey ortada yok.Kafası karışmış ikili bir delilik içindesiniz.  Kendi özgün karakterinizle hayal kırıklığına uğruyor ve size haksızlık yapıldığını düşünüyor, bir açıklama istiyorsunuz. ama hakkınız yok. Kimseye göstermediniz ki bu karakterinizi? Siz sevmeye ne kadar açıksınız? Bir sorun kendinize ben bu insanı seviyorum diye. Kendini ne kadar az gösterirsen o kadar azseviyorsun karşındakini de. Kimse suçlu değil ama illa da ben bir tane bulucam diyorsanız uzaklarda aramayın. Suç sizde

Burdaki sizlerin hepsi tabii ki ben; ama yazı öyle gelişti.

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Nil takipte ama kimi?

Nil Karaibrahimgil uzun zamandır kafamı kurcalayan bir mevzu. Şarkı sözlerini hatta bazı şarkılarını seviyorum. Bazı yazılarını da çok beğenerek okuduğum oldu. Instagramı keşiflerle dolu, her gün yeni yaşam öğretileri. Hepsini kabul ediyorum. Ama cebinde paran yokken, ayın 15’i gelene kadar tüm maaşını harcadıysan(giderlerinden ötürü), ödemen gereken faturaların seni bekliyorsa hala hayatı nasıl tüm kuvvetinle kucaklayabilirsin? Evet yaşam hakkında itici bir güce hepimizin ihtiyacı var ama karnın açsa tüm bu öğretileri alıp da nasıl hayatına uygulayabilirsin?

Hiçbir politik duruş yok. Hiçbir aktivizm yok. Kimi destekler bilmiyoruz. Eşi Akp’yi destekliyor onu biliyoruz. Hiç çatışmıyorlar mı mesela? Bunu bilmiyoruz. Dünya değişiyor. Nil Karaibrahimgil de bunu hep vurguluyor ve genç kızlara ‘biz de varız, burdayız’’ mesajları veriyor ama kızların en çok ihtiyaç duyduğu şey aktivizm değil mi? Kuru kuru bir ‘Kız gibi yap’’mottosuyla bu işler bu kadar basit mi? En yakın arkadaşı Elif Şafak Londra'da, bu konuda tek bir yorumu yok. Etliye sütlüye kesinlikle dokunmak yok. Oysa ki bu da abartılıp parlatılacak bir mesele en özünden. Tüm bunlar bana yüzeysel geliyor. Belki de anlayamıyorum cidden. Çünkü instagramına bakıyorum tek bir tane biraz da güncelden bahset diyen yok. Yeteneğine sözüm yok ama haksızlıklara ses çıkaran  azıcık da olsa risk alıp her şeye rağmen çoğunluk tarafından sevilmemeyi göze alabilen bir sanatçı genç kızlara daha iyi bir örnek değil mi?  Çünkü bazen çevren yoksa bazen de cebinde paran hiçbir şeyi abartıp parlatamıyorsun. İşte parlatan da birkaç tane. 

30 Temmuz 2019 Salı

Beş dakika

Ömrüm boyunca benim için bir dersi konuyu çalışma ona tek bir seferde bol zaman ayırmakla eş değer. Şunun gibi,  İtalyanca öğreniyorsam en azından bir iki saatimi ona ayırıp başından hiç kalmadan çalışmak. Başarıyı da hep bunun getirdiğine inandım. Belki de yanıldım. Çünkü çalıştığım insanlara bakıyorum. Asla yeni öğrendikleri Türkçe'yi çalışırken yirmi dakikalarını ayıracak zamanları yok. Belki gün içinde toplam yarım saat beşer dakika ayırarak bakabilirler. Öyle de yapıyorlar ve altı ay içinde temel düzeyde öğreniyorlar dili.

Bunun en yakın örneğini yine bir öğrencimde gözlemleyince ben de denemeye karar verdim. Adam altı ayın sonunda o beş dakikalık çalışmalarla temel düzeyde kendini ifade etmeye başladı. Yaş 57. O arada bulduğu beş dakikalık Türkçe saatine adam altın muamelesi yapıyor ve de hiç kaçırmıyor. Benim hayatıma sosyal medyanın da etkisiyle bol bol beş dakikam var ama asla kendimi hazır hissedip de verebileceğim 1 saatim yok. Bir de ama o şeyin üstünde 1 saat durmazsam öğrenmem algım da var. Neyse şimdi bulduğum o beş dakikalarda ben hemen bir testin başındayım. Bir soru, iki soru artık neyse çözüyorum. Hiçbir şey yapmamaktan iyidir.

7 Haziran 2019 Cuma

O anı dondurmak istedim.

Bayram sebebiyle memleketimdeyim. Normalde bayramda pek gelmiyorum; ancak yakın zamanda teyzemin kaybı, annemin içine dönmesi ve benim de gerçekten çok üzgün olmam ve memleketimi özlememden kaynaklı geldim. Teyzemin kaybı üzerine de yazmayı çok istiyorum ama başına oturamadım. Teyzem hastaydı ve sanıyorduk ki bu kaçınılmaz sona hazırlıklıyız; tabii ki bilinçaltının da fırsat buldukça fısıldadığı gibi değilmişiz.Teyzemin açtığı boşluk kocaman. Gülüşü bakışı esprileri, korktuğunda üzüldüğünde mahsun bakışları... Egosuz, alınmaz, küsmez haliyle pencere kenarından denizi izlerken ve çayını yudumlarken, ohhh boğaz'a bakarak çayımı içiyorum derken o anın içinde , tüm dikkatiyle ,var olduğuna eminim.

Komik gelebilir ama ben de bu anı yaşa, hisset mottosunu üç hafta önceye kadar   anlayabiliyor muydum? Anlamıyormuşum. Önemli olduğunu hissediyordum belki ama kalbi duygularla yaşıyor muydum? Hayır. Bu tatilde annemle babamla yan yanayken, birlikte kahvemizi yudumlarken oradaydım,mutluydum. Çok sevdiğim teyzemin ölümü bunu benim gözüme çarpmıştı. Dinledim dinledim, çay içtim yürüdüm. İmkansız değilmiş yani, anladım.

Bugün annemle yürüyüş yaparken bir anım geldi aklıma. Mahalle kültürü olan bir mahallede büyüdüm. Tüm komşular bir birini tanır, kimisi akraba kendi içlerinde güzel anlaşan insanlardı. Çok oyuncuydum. Gecel 12'lere kadar eve girmez, eve girince sızan bir çocuktum. Annelerimiz bazen denize götürür. Orda öğlene kadar yüzdürdükten sonra mahalle komşumuzun çiftliğine yürüyerek çıkardık. Yine böyle bir gün, üstümüze denizden katran bulaşmış, duşun altında kendimizi çaresizce temizlemeye çalıştıktan sonra yine o uzun yokuştan öğlen 12'de yürümeye koyulduk. Geldik, sohbetler, yemekler. Çok net olmamakla birlikte aklımda kalan anıların verdiği hisler;mükemmeldi. Sonrasında çocuklar yakan top oynamaya başladık ve o sıralar büyük ihtimal kırklı yaşlarda olan annelerimiz de bize katıldı. Çok güldük,çok eğlendik, anneleri büyük ihtimalle moruk gördüğümüzden onların can hıraş vurulmamak için koşması bizi gülme komasına sokmuştu. ya da bir şeyi birlikte yapmanın neşesi, suç ortaklığı. O anda arkadaşımın annesinin koşmasını bizim hep beraber gülmemizi dondurmak istediğimi hatırlıyorum. Yaşım 11'di ama o anın bitmesini hiç istemedim, çok yoğun bir neşe hissettim. O anı dondurmak istedim ama dondurmak istediğim anı unutmuşum. Bugün denizde üzerimize nasıl da katran bulaşmıştı derken  anılar kafamda birikiverdi. Cennet içinde boşlukları da olsa insanın çocukluğu diye düşünüyorum. Ölünce de oraya gittiğimize dair naif bir hisle kalbimi dolduruyorum.

15 Nisan 2019 Pazartesi

Günlük

Elim yazmaya gitmiyor ama ufak da olsa bir şeyler koymak istiyorum buna. Bundan sonra gün içinde takıldığım, güldüğüm, gördüğüm, dilediğim olaylar insanlar etkinlikleri kısaca paylaşıcam. Kendime de bir hatırlatma



Birincisi; Ben ve öğrencim Marco'nun bir whatsapp konuşmasının ekran görüntüsü. Görüldüğü gibi o Türkçe soruyor ki bu yapıyı öğrenmek ve kullanmak zordur. Öğrenen de mıyız, miyiz'i ayırmaz. Peki benim cevabım? Tabii ki İngilizce. O da tabii buna hiç takılmamış. Ben dikkatini o yöne çektiğimde de güldü ve ben Türkçe konuştuk sandım dedi. İşte bu diyalog benim dağınık kafam hakkında bir bilgi versin





İkincisi ise Pazar günü gittiğim bir oyun hakkında. Oyuna tek başıma gittim. Biletimde j11'i J1 okumuş ve yanlış yere oturmuşum. Üç tane 60-65 yaşlarında kadın J1'i arıyorlar ve onlara yardım etmeye çalışıyorum. Anlaşıldı ki yerlerine ben oturmuşum. Ay bu ablalar gülmekten öldüler Ay canım yazık yardım da etmeye falan çalışıyor diyorlar,duyuyorum. Ay vallahi sinir oldum . Neyse, oyun çok güzeldi. Arkadaş ortamında konuşulan konular, Türkiye'den ayrılınca önüne gül bahçesi sunulacağını sanan insanlar, ama barda dans ederken bile senin yarın kadar okumamış bir Avrupalının sana kulaktan dolma bilgiyle Türkiye'nin Suriye politikasını sorması, Avrupa'yı yüceltmesi, kadın olma durumları. İşte hepsi bu oyundaydı. Arada kalmış meselelere bir de dışarıdan bakmak isteyenler için gidilesi.  Adı: Berlin Zamanı
Fiyatı 55 tl. Öğrenciye 35. Yer ; Oyun Atölyesi






17 Şubat 2019 Pazar

Şubat ayı

Şubat ayı epece zor geçiyor. Okuldan bir öğretmenin ansızın da gitmesiyle onun ders saatleri mevcut öğretmen sayısına bölüştürüldü. Bunun neticesinde de benim üzerime de hiç istemediğim yedi saat kaldı. Giden arkadaşı sevmezdim, sinsi bulurdum. Bir sene benim küçük çocuğum var öğleden sonra ben bakıcam deyip tüm planı kendine göre yaptırdı. O senenin tatilinde yapılan piknikte karısını başka bir öğretmene, bu sene eşim çalıştı öğleden sonraları bir kursta, kayın validem de çocuk baktı demesini ben kulaklarımla duydum.O sene ben de ekstra çalışamadığım için maddi sıkıntılar çektim. I daha çok kazansın diye. Bu çok kişisel bir şey. Neticesinde bir iki olaydan sonra daha bu adama puanını verdim. Benimle birlikte  birkaç kişi daha böyle hissetti elbette. Ama gidince herkes pek üzüldü. Açıkçası ben üzülmedim bunu da açıkça dile getirdim. Politik olamıyorum. Ama o da gitti ne iyiydi diyene, noolcak ki, çok da mühim değil  diyorum. Karşımdakiler nasıl yani diyor. Super şahane dürüst bir insan olduğumdan da yapmıyorum bunu. Başka türlüsünü yapamıyorum. Belki azıcık olsun sevdiğim biri olsa belki ben de o role girerdim, bilmiyorum.

Şubat ayı genellikle mesleğimle ve sağlığımla ilgili pürüzler yaşattı bana. İlk defa bir yabancı öğrencimle bir orta yol bulamadık. Fransız üst düzey bir yöneticiyle yaptığım derslerde ne kadar çabalasam da adamla düzgün bir iletişim kuramadım. Ardında da koyver gitsin dersi bıraksa da rahat etsem dememle birlikte adam dersi bıraktı. Şöyle bıraktı. Şirket karısının ders parasını vermiyormuş. O da haklarını kadına devretti. Şayet kadın Fransızca dışında dil de bilmiyormuş. Bunu başta biraz başarısızlık atfettim. İletişim başarısızlığı ama bana göre daha ilk tökezleme de dersi bırakmalıydım. Bunu dersler bittikten sonraki rahatlamamdan sonra farkettim. Bazen can sıkacak kadar sabırlı olabiliyorum. Olabiliyorum da ne oluyor? Tamam özel hayatın gizliliğini biliyorum da sarı yeleklileri sorunca (fransa'daki olaylar) sanki yüzüme küfredermiş gibi bakan bir adama da sabretmek biraz gülünç bir çaba. Ne var hepiniz Türkiye hakkında yorum yapıyorsunuz. Biz bir şey diyor muyuz? Başka bir öğrencinin köpeklerini Türkiye'ye nasıl getirdiğini söyledim diye adam bana dedi ki ''Benim hayatımı da başkalarına mı anlatacaksın? Bunu kabul etmiyorum. Kaldı ki o adam gitmiş kendisi de anlatmış bunu.

Aslında şu olayı da anlatırken beni bu adar rahatsız ettiğinin farkında değildim. Ayrıca olayı da biraz mahalle karısı tadında da yazdığımın farkındayım. Oradan kendime şu noktaya geldim; neden bırakamıyorum?

Bu adam daha şu iki hareketi yaptığı anda tamam bu ders bitsin diyemiyorum. Yeni bir öğretmen bulmaları beş dakika? Şöyle bir ilkem var, kafama kim kazımışsa ''Başladığın işi bırakma, kimseyi yüzüstü bırakma'' Bırakma da ya ben? Bu konuyu terapide çalışmam lazım. Ben bu bırakamama meselesi yüzünden ne eziyetçi sevgiliyi bırakabildim ne de sürekli ağlayan ama senin derdine gelince dinlemeyen arkadaşa yüz çevirebildim.

Ben terapiden sonra bunların pratikle gelişebileceğine inandım. Yanlış olduğunu fark ettiğim bir davranışımı değiştirme pratiğini şöyle yapıyorum. İlk önce kendimi o hatayı yaparken ya da yapmak üzereyken fark ediyor ve ağır çekimde te ağır çekimde kendimi koltuğa kelepçelenmiş gibi hayal ediyorum. Aynı davranışa yönelmemeye gayret ederken resmen ter döküyorum. Ağzımdan çıkacak bir saniyelik bir kelime için nefesim daralıyor. Neticede yapmıyorum bana zarar veren otomatiğe aldığım o hareketi. Bazen de yapıyorum. O anda kimsenin benim için ne büyük bir adım olan şeyi yapmadığımın farkında olduğunu sanmam; ama ben nefes nefese kalıyorum.
Acilen bu bırakma meselesi için de egzersiz olayına girmeli ruhumu biraz olsun rahatlatmalıyım.

6 Şubat 2019 Çarşamba

Bazı günler....

Bazı günler o kadar üzgün oluyorum ki... Özellikle de çok çalıştığım günlerde. Bugün ne yaptım diyorum. Bu arada öğretmenim. Yoran ders anlatmak değil şüphesiz. Bir projenin peşinde koşmak, hazırlık yapmak, öğrencileri organize etmek. Gün sonunda çocukları eve anlatılacak hikayelerle yolladığımı biliyorum. Bu bir parça iyi geliyor. Misal bugün ''spelling bee'' yarışması yaptık. Çok heyecanlandılar, alkışladılar. Küçük robotlar gibi benim talimatlarımla hepsi etkinlik bittikten sonra sandalyalerini kaldırıp yerine koydu. Yenilenler ağlamamak için kendini zor tuttu. Eskiden pek etkilenmezdim böyle şeylerden ama artık ben de onların  yenilgi kabul ettikleri şeyler karşısında üzülüyor ve ağlamamak ya da derin derin üzülmemek, bir kapıya bacağıyla tekme atamamak için harcadıkları enerji karşısında şaşkınlığa kapılıyorum. Yarışmayı takibi bırakıp o çabayı izleyesim geliyor. Oscarlık bir oyunculuk taşıyor içinde.

 Her ne kadar sonuçta iyi şeylere sebep olsam bile çok yorulup üzülüyorum. ve ben de bu üzüntümü saklamak çenemi kapatmak, şikayet etmemek için çok çaba sarfediyorum. Zaten özellikle böyle kurumsal yerlerde, özellikle de devlet çatısı altında, aile kurumunun bir zırh gibi korunduğu, yerlerde artık yaşı ilerlemiş bekar kadın olarak çalışıyorsan çeneni tutacaksın ki çevrendeki aileden sorumlu kadın erkek güvenlik görevlileri bu kadın da evlenememekten kafayı sıyırmış demesin.