tag:blogger.com,1999:blog-51643832812315983302024-03-18T19:50:09.299-07:00BLUE AGENDAblueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.comBlogger264125tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-88265470613957142552024-02-19T06:20:00.000-08:002024-02-19T06:20:26.915-08:00<p> Dün bir karar verdim. Artık dışarıda yemek yemek istemiyorum. Hem çok pahalı hem de çok tatsız. Geçen mütevazı sayılacak bir. Mekana gittik. Arkadaş içinde yeşil kreması olan bir şey aldı. Neredeyse 250 tl idi fiyatı. İçinde ne var belli değil. Yeşil olan şey fıstıklı mı? Sanmıyorum. Tat yok, keyif yok… Ne yediğimi bilmiyorum. Tamam dedim. En fazla okul kantininden bir tost. Parama yazık, mideme yazık.</p><p><br /></p><p>Gündemden uzak kalmaya da karar verdima ama onu pek beceremiyorum. Bana uzak kalmak imkansız gibi geliyor. Siyanür haberleri, ölen işçiler…Şimdi annem ve babam da burada. Ne kadar haberen uzak kalmak istesem de yılların geleneği mutlaka 7 haberlerini açıyorlar. Bu kadar yorucu bir sene geçirmemiştim. Öğretmenlik tüm vaktimi alıyor. Aktif çalışmadığım zamanda da kafam fazlasıyla dolu. Ne zaman instagrama dadanıyorum işte o zaman anlıyorum ki iyi değilim. Bir şeyleri unutmaya, bazı görevlerden düşüncelerden kaçmaya ihtiyacım var. Yoksa oranın sahte gündemi hiç de ilgimi çekmiyor. Bazen kısa kısa verilen terapi seansları gibi yazılar bile kendi içinde karikatürleşiyor gibime geliyor.</p><p>Son zamanlarda içimde çok baskın olan duygu korku. Adım atamamak, bir şeyleri atlamak, yanlış anlaşılmak, açığımın aranması bulunması, kendimi anlatmaya çalışıp anlatamamak. Bence kırkta artık dünyayı görmeye başlıyorsun. Seni ısırmak isteyenlere sen bi kenara çekil bakayım diyebiliyorsun. Bir şeyi de kökünden anlıyorsan ; bir fikir ,insan, yaşam, her ne ise onu ya alıp bağrına basıyorsun ya da tamamen atıyorsun.</p><p><br /></p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-90761494376126630322023-11-30T03:12:00.000-08:002023-11-30T03:12:45.347-08:00<p> Ne yıldı… burayı sık sık açtım, yazılanları okudum. İçim dopdoluydu ama yazmak istemedim. Kendi sesimi pek de duyamadım. Yalnız da kalamadım. Hayat işte öylece akıp gidiyor herkesin de yazdığı gibi. Yapılanlar olanlar istendiği gibi olmuyor, en azından benimkiler. Akşam bir yemeğe gidicem. Orada giymek için bir şey ısmarlamıştım, İstanbul’dan çıkan kargo Adana’ya gitmiş:) Kul kurar kader gülermiş…. Oysa ki bana göre basitçe bir plandı. Olmayınca olmuyor. Şu son bir aydır, kum dökme taş dökme, idrar yolu iltihabı circleından çıkamadığımdan artık sadece sağlığıma duacım olurum. Tabii bir de sevdiklerimin … İnsan olmak zaten zor herkes için. Evet hayat yaşamak falan güzel de hep bir mücadele be kardeşim. İnsan hikayeleri de olmasa, özellikle dünyayı bambaşka görenlerin hikayeleri her şey çok daha sıkıcı olurdu. Sabah kalktım kendime şişme mont layım dedim. Renk var, beden yok. Artık böyle şeylere lanet getirecek yaşlarda değiliz. Her yokluğun ki bu yokluk sayılmaz mutlaka bir bolluk olduğunu da idrak ettiğimiz yaşa geldik çok şükür . Tabii büyük yokluklarla da sınanmak istemem. Kaldıramam. Ancak bu kadarını kaldırabiliyorum:) Gerçekten derdimi seveyim. Hava buz gibi, yaşamaya devam!</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-78791958883009404342023-03-20T03:24:00.002-07:002023-03-20T03:24:07.378-07:00Mobing<p> Okul müdürüm tarafından mobing’e uğruyorum. Neden olduğunu bilemiyorum. Sadece bir tahminim var. Okulda bir öğretmene ambulans gelmişti ve benim dersim boştu. Bir erkek öğretmen , hocam Bengü hocaya ambulans gelmiş.Ben çekinir diye yardım edemedim, isterseniz bir bakın dedi. Gittim baktım. İdareden kimse yok kızın başında. Şaşırdım. Okula ambulans gelmesi büyük olaydır. Odadan ağlayarak çıktı. Koluna girdim. Bindirdim ambulansa gitti. Ama şaşırarak çıktım yukarı. Dedim ki arkadaşlara niye hiçkimse yoktu idareden anlamadım. Olayın aslı sonradan ortaya çıktı. Meğer bu kız müdürle odasında kavga etmiş, ardından psikolojik sıkıntıları tetiklenmiş ve ambulans çağırmış. Müdür de bu sırada ona , öğretmenler odasında söylediği bir takım şeyleri ona söylemiş. Yani ona da biri taşımış bu lafları. Sonrasında kız döndü, bana sarıldı,elinde raporu vardı. Öğretmenler odasında bulunan tüm arkadaşlara başından geçeni anlattı. O sırada Allah bilsin benim de hangi dediklerim aşağıya taşındı bilmiyorum. Mobing şekli bana selam vermemek, nöbet tutarken öğrencilere koşmayın demem, onun da arkamda gelip koşun koşun demesi. Bunu da öğrencilerimin bana getirmesi. Ve hocam şimdi koşalım mı koşmayalım mı diye sorması.Bu ilk mobingi değil. Sadece bana karşı ilk. Artık kim gelirse gelsin, benim arkam sağlam, sana istediğimi yaparım tavrının bitmesini istiyorum. Çocukluktan bir farkı yok. Beni anneme de şikayet etsen bir şey olmaz, ondan da korkmuyorum, ne yapsam anam o benim bir şey demez gibi bir şey.Bıktım usandom</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-6789565311421094212023-03-11T07:32:00.001-08:002023-03-11T07:32:05.924-08:00Bisiklet tamircisi<p> Belçikalı bir öğrencim var. Gent’te yaşıyor. Tatlı bir insan, açık. Küçük bebekleri çok sevmiyorum. Onlar doğduktan iki ay sonra işime döndüm. Aslında daha da önce dönmek istedim, diyebilen bir açıklıkta. Kadınlar bunu diyebilmeli hiç utanmadan. Okulumda bir arkadaşımla proje gezisi için 4 günlüğüne Romanya’ya gidecektik. Çocuğu bir yaşını doldurmuştu. Kendi aiesi ve vicdanından önce okuldaki anneler başlamıştı, çocuğunu nasıl bırakıp gideceksin demeye. </p><p><br /></p><p>Bugün Ann’la dersimiz vardı. Konu konuyu açtı ve dedi ki ‘Eşim önceden müzik yapımcısıydı’. Meraklı bir insanım ne yapayım:) hemen sordum; Emekli mi oldu? Hayır dedi,işinden bıktı. Bıraktı. Şimdi bisiklet tamircisi olmak için kursa gidiyor. Pandemi döneminde bisiklet kullanımı çok arttı; ancak tamirci çok az. Devlet hem kursa para ödüyor hem de maaş veriyor.. Ağzım böyle şeyleri çok duymama rağmen açık kaldı. Bir yandan işinden sıkılan tek insan olmadığım için sevindim. Bırakabilen insan görmek hoşuma gider. Her şeye rağmen bir yerlerde insanca yaşamın olması çok hoş. Ah dedim Türkiye ile kıyaslayamıyorum bile. Yüzüm düştü biraz. Kıskandığım için değil ama canım da sıkılıyor böyle şeylere. Ama üzülme Türkiye’de de hava çok güzel dedi.:) Kaba ve düşüncesiz biri de değil asla. Belki son cümleden onu ima etmişim gibi sanılabilir. Değil. Karşılıklı güldük. Kusura bakma dedim, bu sorular çok özele giriyor ama ben de meraklı bir insanım. O da aman boşver, özele girince daha enteresan konular çıkıyor dedi.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-11366602183038346802023-03-01T01:31:00.001-08:002023-03-01T01:31:02.574-08:00Yalın Tutku<p> Yazacaklarımı kısacık buraya not almak istedim. Son iki haftada Annie Ernaux’un kısacık iki romanını okudum. Biri Babamın yeri, diğeri Yalın tutku. Aradığım kadın sesi meğer Annie Ernaux’muş, Direkt, dolambaçsız ama insanı saran bir edebilikle anlatıyor. Gündelik yaşamın içinde zaten varolan haliyle. Pek bir şey eklemeye gerek olmadan. Okuduğunda-tüm femistleri olduğu gibi- bundan utanmama gerek yokmuş aslında, insanlar da benzeri şeyleri yaşıyorlarmış duygusuyla. Bir kitabın yorumu elbet böyle yapılmaz ama şu yaşımda Annie Ernaux’tan da aldığım feminist kuvvetle yaşadığım hiçbir şeyden utanmak istemiyorum.Neden utanıyorum? Utandıkça da neden kendimi silikleştiriyorum? Bu kitabı tekrar okuayacağım. Utanmamayı ve iyice görünür olmayı özemsemek için.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-35269298294142859632023-01-21T03:01:00.001-08:002023-01-21T03:01:23.997-08:00<p> Şükür kavuşturana! 15 tatil geldi. Dün gerçekten öğrencilerin yaptığı hadsizliklere katlanmak için tırnaklarımla elimi oymaya başlamıştım. Bu satırları yirmi sene önce gencecik bir öğretmenken, öğretmenliğin şahaneliğini üzerine blog yazan bir öğretmen dile getiriyor. Artık çoğu zaman insanların evde zaptedemediği çocuğunu ben okulda zaptediyorum gibi hissediyorum. Elbette şahane öğrencilerim daha fazla. Bu saydığım oran nispeten daha düşüktür ama çok sinir bozucudur.</p><p>Haftalardır hastayım ,iyileşemiyorum. Bu tatilde inşallah en büyük hedefim iyileşebilmek, rahatça nefes alabilmek ve keyfime bakmak. Sabahın erken saatlerinde dışarı çıkmak ya da çıkmamak. Evi ne kadar özlediğimi ve keyif aldığımı farkediyorum son zamanlarda.</p><p><br /></p><p>Güzel kitaplarım var elimde. Onları yavaşça okumak istiyorum. Didiek Freud var hatta podcasti de var Açık Radyo’da. Podcast dinlemeyi de seviyorum ama benim için görmek de çok önemli. Freud hakkında bu kadar net yazılmış, ya da konuşulmuş da diyebiliriz bir içerik hiç görmemiştim.Genel fikrim , meseleyi kavramış ,özümsemiş insanlar çok karışık şeyleri bile inanılmaz bir netlikte anlatabiliyorlar. Serol Teber de ilginç bir kişilik. Kitabı okurken , dur bakayım nerelerdeymiş dedim. Ölmüş. İntihar olmasından da şüpheleniliyormuş. Böylesi erken kayıba üzüldüm. Tarihe de baktım aklımın bir karış havada olduğu zamanlar. Gel gör ki bir noktada iyi ki de karşılaşmışım kitaplarıyla.</p><p><br /></p><p>Orhan Pamuk’u da severim. Onun da resimli günlüğünü aldım yavaş yavaş okuyorum. Bugün kahve içesim yok. Zaten tek içtiğim de Türk kahvesi. Dışarıda 40 lira olmuş.Kötü bir kahve içince aşırı adabım bozuluyor. Cezve kahvesine de bayılıyorum ayrıca. Bugün böyle. Tatlı bir gün. Kar da yağsa keşke.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-42321926838206738292023-01-19T09:23:00.003-08:002023-01-20T10:53:04.385-08:00Flört<p class="MsoNormal" style="-webkit-text-size-adjust: auto; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; margin: 0cm;">Geçenlerde hiç uyuyamadan okula gittim. Böyle günleri sevmiyorum. Normalde iş yerine şakacı, gülümser, soru yanıtlayan bir insan olduğumdan bu durgun halim göze batıyor. Gelen geçenin neyin var, nooldu sorularına maruz kalıyorum. Bu sorulardan bıkmış otururken karşımda bir sinema oynamaya başladı. Ellerimi yüzüme koymuştum, arada ufak parmaklarımdan dünyayı görebildiğim bir aralık bıraktım. Okulda artık 60 larının başında biri kadın biri erkek iki öğretmen kah kahk kih kih gülüyor, eğleniyorlar. Aralarındaki flört enerjisi oradan bana doğru zonk zonk geliyor. Hemen parmaklarımı yüzümden alarak, etrafa baktım. Acaba benden başka farkeden var mı diye. Yooo. Herkes kendi halinde. Allah affetsin başladım dikize. İlkel bir dedikodu dürtüsüyle değil ama böyle bir şeye gereksinimim var. Ben yaşamasam da çevremde böylesine güzellikler, imkansızlıklar içinde açan güller görmek istiyorum. A kişisi erkek öğretmen bu dönemin başında karısını kaybetti. Kalp krizinden. Çok üzüldü herkes. Adam kendini toparlayamadı. Adam bana sorarsanız hödük biraz ama ellerini kadın öğretmenin saçında kibarca gezdirmeyi biliyor. Ya da aynı kadın öğretmen yere kalemini düşürünce almayı. B kişisi kadın. Öğretmen hep ama hep bir şeylerden şikayet eder. Son zamanlarda o kadar değil. Ağız ağıza konuşurlarken ve diyaloğun normal akışında erkeğin elleri saçında gezerken kahkahalar atıyor. Bu memnuniyeti de nerede görsem tanırım. Kahkahalar göğe yükselirken yine herkes kendi havasında. Acaba bu iki insandan bunu beklemedikleri, yaşlı buldukları için mi? Malum okul genç yuvası. 42 yaşındaki beni bile yaşlı bulup hayatım bitmiş muamelesi çekiyorlar. Kendi dünyamdan çıkıp on dakika onları merakla izledikten sonra aldı beni bir gülme. Hem çok mutluyum bu iki insanın çok keyifli vakit geçirmelerinden, bir yandan da sinsice kendime bir umut ışığı yakıyorum. Ölmedik candan umut kesilmez. Neden olmasın? Yaradan ol demiş olmuş. Daha da çoğaltılabilir. Bu gülme krizime tüm oda dönü baktı, nooldu dediler neşeyle. Bu ikisi yine kendi dünyalarında. Sanki bunlar serap da bi ben görüyorum. Tüm ilgi bende. Sonra da işte zil çaldı hepimiz derslere koştuk. <o:p></o:p></p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-81410363476190138702022-05-22T12:32:00.006-07:002022-05-22T12:32:50.223-07:00Linda<p> Linda’nın noel partisi ne şahaneydi. Bahariye’deki kilisenin karşısındaki apartmanın ikinci katında oturuyorlardı. Apartman inanılmaz soğuk ortam sıcacıktı. Yani şimdi buradan baktığımda öyle hissediyorum. O zamanlar daha utangaç yabani yıllarım pek tabii. Linda şahane bir arkadaştı. Ben otuzlarımın başında o ellilerinin sonundaydı. Çok pek çok gülerdik. Şimdi de hakkında yazıyor olmamın nedeni o partide yaşayıp sonra ağız dolusu güldüğümüz bir takım hadiselerin aklıma gelmesi. Aklıma geldi ve elimde bu anılarla kalakaldım, çünkü bunlar sadece Linda’nın anlayacağı,onunla gülünebilecek anılar.Otak bir humor anlayışı. Linda maalesef yok. Önceki postlarda yazmış olmalıyım, kaybettik. Türkiye’den ayrılıp dünyanın bir ucuna gitmişti.Haritada yerini bulmayı bırak adını bile kestiremiyorum ama çok uzakta olduğunu biliyorum. Hala oradaymış gibi gelmiyor bana. Çünkü çok uzun içli mailler yazardı bana. Bazen çok sıkıldığımda da açıp okurum. Linda bir gün işe giderken çok yaşlı bir teyze penceresini açmış sabahleyin sokağı süpüren çöpçüye seslenip ekmek aldırmış. Demişti ki her şey 1 dakika içinde oldu ve bunu kimse garipsemedi. Ne yapar ne eder mutlaka dönerim yine Türkiye’ye. Yaşlılığımda ekmek aldıracak birini bulma ihtimalini kaçırmam.</p><p>Partide bir adamla konuşmaya başladım Türk. Birden soğuk terler dökmeye, kekelemeye başladı.Allahım dedim bu adamın meselesi nedir. Meğer kendinden yaşça epeyce büyük İngiliz manitası çok kıskançmış adam beni susturamayınca şekilden şekile girmiş. Linda’ya bunun taklidini yapardım ve Linda kadını ve adamı çok iyi tanıdığı için bana ufo gören masum köylü muamelesi yapar gülmekten kıpkırmızı olurdu. </p><p>Linda’yla tanıştığım için şanslı görüyorum kendimi. 30 larımın başında anlattığın her şeyi meğer o kadar da süper anlayamıyormuşum Linda, sorry! Şimdi ara ara aklıme geliyor her şey tık tık yerine oturuyor. İyi ki ama iyi ki bu dünyadan geçtin ,</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-86883425512322487942022-01-15T01:50:00.001-08:002022-01-15T01:50:15.397-08:00Yaptığın şeye inanmak<p> Uzun zamandır hayata güçlü bir şekilde bağlandığım zamanları, o zaman yaptığım şeyleri düşünüyorum. Bu zamanlar her zaman mutlu olduğum anlar değil; içinde mutsuzluktan kırıldıklarımın sayısı daha fazladır; ama o an elimde ilgilendiğim ne varsa o kadar çok inanıyormuşum ki… Sıkıntımın örtüsü olmuş benim sıkıntılı durumlardan çıkmamı sağlamış ya da ışığım olmuş. Yapmakta olduğum şeyden emin olduğumu hissediyorum. Benim hayattaki en sevdiğim dönemim lise hazırlıkta İngilizce öğrenmeye başladığım zaman olmuştur. Hem bu kadar severek hem de doğru yaptığıma inanarak yaptığım çok az şeyden biri. Çok özel anlar. İnsan kendini çok güçlü hissediyor. Her ne kadar yorucu olsa da okulda öğrencilerimle yaptığım projeler için de söyleyebilirim bunu. Ya da öğretmenliğe ilk başladığımda öğretmek için gösterdiğim azim. Belki şunda hata yapıyorum; bir şeyi yapmadan önce aşırı düşünüyorum ve içten içe-o anda adını böyle vermesem de- buna inanmıyorum diyorum. Oysa ki bazen kapı kapıyı açar , ha açmayabilir de…Yabancılara Türkçe öğretmeye de böyle başlamıştım;istekli, yaptığım şeye inanarak ve yolumda hiç yalpalamadan.İhtiyacım olan da bu sanıyorum, her zaman ve bence hepimizin.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-54275059920082274532022-01-09T07:49:00.002-08:002022-01-09T07:49:09.399-08:00<p> Haftayı Jay Jay Johanson’la bitiriyorum, ellerimde yazılı kağıtlarıyla. Neyse ki okulun bitmesine 2 hafta kaldı. Son iki sene korkularla, sosyal medyayla internetle geçtiği için tanıdık şeylere dönmekte zorlanıyorum. Nerede ip koptu biliyorum aslında. Pandemiden önce çok üzücü bir dönem geçirip kimseye tam anlatamayıp, ciddi ciddi hastalanıp ardından pandemiye girdim. Çok zordu. Şimdi uyanıyorum. Okumayı, film izlemeyi unutmuşum, onlar da yerine geri geliyor. Korkularımın hayatımı bu kadar yönetmesine ayrı şaşıyorum. Ekonomi,k kriz çok fena. Yabancı öğrenciler anlatıyor bana neler oluyor. Diyorlar ki bazen bak adresimiz bu, ne olur ne olmaz. Not et bunu bir yere. Başına bir iş gelirse çekinmeden çal kapıyı. Yani sevinemiyorum bu tekliflere. Kalbim kırılıyor. Bugün biri diyor ki Türk paranı harca, ihtiyaçlarını stokla, haftaya 2 katına çıkacak herşey. Öff sen nereden biliyorsun acaba? Neyse, stok yapma gibi bir niyetim yok. ,İyimserliğimi koruyorum. Gülümsüyorum bol bol. Bunu da elimizden alırlarsa ne kalıyor geriye, bilmiyorum. Bazen diyorum ki fake it until you make it!</p><p><br /></p><p><br /></p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-80529075801921867742022-01-02T07:41:00.001-08:002022-01-02T07:41:32.337-08:00Madds Mikkelsen<p> Normalde yakışıklı erkek sevmiyorum, tutulamıyorum yani. Mutlaka bir kusuru olması lazım. Kusurlu güzelliğin, çirkin cazibesinin hastasıyım; son zamanlarda , son zaman dediysem bir 15 gündür falan Madds Mikkelsen ezberimi bozdu. Bugün bir gençlik filmini de izledim. Adama yıllar resmen cömert davranmış, güzelliğine güzellik katmış. Şimdi düşününce de tam emin olamadım beni bu kadar çeken güzelliği mi yoksa bu Nordic filmlerdeki sessiz, sakin, sabırlı duruşu mu? İzlediğim üç filminde de hadi adlarını da vereyim, Onur Savaşı, Druk, Open Hearts, bizdeki ya da diğer hiçbir kültürdeki gibi cayır cayır bir kavha, ajitasyon, gözyaşı yok. Üç filmin de konusunu ortaya karışık yapmam gerekirse aldatma,ihanet, boşanma,hayat heyecanını kaybetme</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEg0cDbrmyrYDmKZUUGdmC17BdDv5ABXdenQbkXFpFH4y9nInK_BsXVXT_0hEaH4Kd-t2QdAUZtxZEo_MgStB29bgnmCIKdOgpprnj7hPfzkz6uqKWc_ZO20TO6gKza9L8s4W9MnEb9vQqtwT9XDQIzmcEa8HiC0WGPgj5wf_adXxOC9Dtl7Xv3_MEzh=s607" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="345" data-original-width="607" height="182" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEg0cDbrmyrYDmKZUUGdmC17BdDv5ABXdenQbkXFpFH4y9nInK_BsXVXT_0hEaH4Kd-t2QdAUZtxZEo_MgStB29bgnmCIKdOgpprnj7hPfzkz6uqKWc_ZO20TO6gKza9L8s4W9MnEb9vQqtwT9XDQIzmcEa8HiC0WGPgj5wf_adXxOC9Dtl7Xv3_MEzh=s320" width="320" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEintwWMWmT4EdUc7JNw0Xehkwz_lSZHsYq2YP2wh-4RgYBoNtNU-x4WKRslkz5ckmYswwsqgo7AknkmVIwVTKVB22cmF1R-FLPpOAv-zeAwyU_ezX1xceFXbKgbhZIuqVcVUtabrwYLqB4-C9fx1U9_UY9aW3NxND-cmuX-fMiJfb6ZeU-olzIpqPVq=s800" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="566" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEintwWMWmT4EdUc7JNw0Xehkwz_lSZHsYq2YP2wh-4RgYBoNtNU-x4WKRslkz5ckmYswwsqgo7AknkmVIwVTKVB22cmF1R-FLPpOAv-zeAwyU_ezX1xceFXbKgbhZIuqVcVUtabrwYLqB4-C9fx1U9_UY9aW3NxND-cmuX-fMiJfb6ZeU-olzIpqPVq=s320" width="226" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjVypyWD4GWbiJd8grD7Q8m8kyw2cP3bOe0FT5C7FDKYlx60g4sKTVRKuwbDkJuNrMtKmvN8gZtkoAofv_GalUje_F8Jy5VVk1XbwKahfinKmP30Alrg66z3_-osD2CIIUCJVvQS78wpOBQKipArSM1xdQUYsMs9DetUW5UWO3MtB2lb-_FYUpWS0jq=s640" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="490" data-original-width="640" height="245" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjVypyWD4GWbiJd8grD7Q8m8kyw2cP3bOe0FT5C7FDKYlx60g4sKTVRKuwbDkJuNrMtKmvN8gZtkoAofv_GalUje_F8Jy5VVk1XbwKahfinKmP30Alrg66z3_-osD2CIIUCJVvQS78wpOBQKipArSM1xdQUYsMs9DetUW5UWO3MtB2lb-_FYUpWS0jq=s320" width="320" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjE1BNFnCwt9Savr-_Acae2JaJK0CeOe3ICdgQ8Xg-ZTsjkvdaub-sxFMe10D7LV_8TkiZvhIya3gL0Sp1oc8RpnewvtP4QrQn5Hm9QFLV6sqzfpsA2UrbRE_ktsBKDqUhhWrH_BqB8iiSuhUVZ-VgbaR0gM8EXVd-G1xmbm2o9gchVN9Nw_8bum0nD=s1200" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="839" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjE1BNFnCwt9Savr-_Acae2JaJK0CeOe3ICdgQ8Xg-ZTsjkvdaub-sxFMe10D7LV_8TkiZvhIya3gL0Sp1oc8RpnewvtP4QrQn5Hm9QFLV6sqzfpsA2UrbRE_ktsBKDqUhhWrH_BqB8iiSuhUVZ-VgbaR0gM8EXVd-G1xmbm2o9gchVN9Nw_8bum0nD=s320" width="224" /></a></div><br />,iftira var.Olaylar hızlıca seyrederken kahramanlar özellikle de Madds Mikkelsen’in oynadığı karakter olayları analiz ediyor, sakin kalıyor, kendine bir öz saygısı var. Sadece o da değil. Bir aldatma varsa yerinde sakince konuşulup sonlara doğru biraz alevlense de insanı parça parça eden bir harbe dönüşmüyor ve en önemlisi duyguyu alıyorsunuz. Bu üç filmi de tavsiye ediyorum. Adam da böyle insanı rahat hissettiren bir taraf var.<p></p><p><br /></p><p>İki sene evvel Danimarka’yı ziyaret etme şansım oldu. İnsanlar sakin , sessiz. Danimarkalı öğretmen arkadaş demişti ki burada yatarken kapılarımızı bile kilitlemeyiz. Evini gezdirmişti, dağınık sayılabilecek bir evdi ve şöyle dedi ‘Valla ben böyleyim. Birileri geliyor diye evi toplama telaşına giremem’’ Çok sevmiştim bu sözü. Ben ev dağınıkken insan çağramıyorum eve. Neyse Madds’ciğimin fotosunu ekleyip tüyeyim</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-25182775308493162872021-12-11T00:59:00.001-08:002021-12-11T00:59:10.282-08:00<p> Son zamanlarda daha az zarar görmek için daha çok sessiz kalmam gerekiyor gibi hissediyorum. Hakkımın yenildiğini hissettiğim anda öfkeli bir aslana dönüyorum. Gözüm hiçbir şey görmüyor, öfkem dinmiyor, bu nasıl olabilir ki diyorum? Netice? Çok nadiren işleri geriye döndürebiliyorum, düzeltiyorum. Üstüne üstlük, haklıyken haksız olup insanların antipatisini de kazanıyorum. O kadar sustum ki artık susamayacağım gibi hissediyorum. Elbette buradaki yanlışı ben de görüyorum ama tutamıyorum. Okulda da buna benzer bir şey oldu. Hakkımı gaspeden insanlarla yüzleşemedim, yüzleşmeyi reddettiler. Benimle birlikte haksızlığa uğrayan arkadaşım da bozuldu ama kabullendi durumu. Sadece ‘Allah’a havale ediyorum’ dedi ve onun için burada bitti olaylar. Benim için bitmedi, içim durulmadı.Sonra arkama baktığımda, insanların benden ciddi manada korktuğunu farkettim.Sadece bir yüzleşme istemiştim aslında. Konuştum konuştum cevap alamadım bence böylece biraz da delirdim:) Neyse, geldiğim noktada biraz daha yazmalı, kendimi böylece iyileştirmeliyim. Belli ki ‘Allah’a emanet ‘ bana yeterli gelmiyor.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-1045248031612127522021-11-30T02:27:00.002-08:002021-11-30T02:27:27.570-08:00Sevgi Soysal aşkınaBir arkadaşımın önerisiyle Sevgi Soysal’ın ‘Yeni Şehirde bir Öğle Vakti’ni okudum. Yıllar evvel Tante Rosa’yı okumuştum, pek sevmemiştim;meğer yaşım yetmezmiş anlamaya.Yeni Şehir’de Öğle Vakti’ni okurken yazarın karakterleri anlatması, sammiyeti, kurguyla yaratılamayacak detayları ince ince işlemesi beni hemen hikayenin içine çekti. Sevgi Soysal’ın bu karakterleri avucunun içi gibi tanıdığını, hatta bu karakterlerden birinin de kendisi olduğunu düşünüyorum. Sonra başka bir yazarın Sevgi Soysal biyografisini buldum. Kana kana okumaya başladım. Sevgi Soysal’ın da benim gibi hikaye peşinde koşması, cesareti(bu bende yok) ve istemediği şeyleri bırakma cesareti içimi ısıttı. Çapkın bir kadın. Bırakmaya, sevmeye cesareti var.Şimdi de 12 Mart hakkındaki ‘Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’ anı kitabını okumaya başladım. Yıllardır 12 Mart’ı daha dip bucak okumak ister ama öğrendiklerim beni çok üzer, sıkar bitiremezdim.Sevgi Soysal, bu kitapta kendi başından geçenleri, insanların hikayelerini,işkenceleri,insanlık onurunun nasıl yerle bir edildiğini yoğun samimi bir dille anlatıyor. Sevgi sosyal çıtı pıtı, yarı Alman, tatlı bir kadın.40 yaşında meme kanserinden ölmüş. Kızının bir söyleşisini dinledim, annesi öldüğünde henüz bir yaşındaymış. Sevgi Soysal, kanser tedavisi için Londra’ya gitmiş. Kızı diyor ki yürümeyi, sokaklarda gezmeyi çok severmiş annem. Londra’da da hastalığına ve bizden ayrı kalmasına rağmen yazdığı şeylerden ses kayıtlarından ne kadar mutlu olduğunu ve rahatlamış olduğunu anladık. Sevgi Soysal hikayeci avcılığı nedeniyle kendimi en yakın bulduğum kadın yazar. Aşklarını başka zaman yazarım.blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-67917856469233720542021-10-14T05:25:00.003-07:002021-10-14T05:25:35.222-07:00<p> Okuldan geliyorum ve uzun uzun duvarlara bakıyorum. Bir buçuk senedir fiziksel olarak okula gitmeyince beni ne kadar yorduğunu da unutmuşum. Online hiçbir şey çocuklar için devam ettirilemez bana kalırsa. Ekran karşısında iletişime güç katan her şey yok oluyor;çocuklar için. Yüz yüze daha çarpıcı, eli yüzü gözü farklı hareket ediyor, ayak sallıyor bambaşka bir şey demek istiyor. Öğrendi mi öğrenmedi mi kendine güvensiz mi hissediyor, kıskanıyor mu arkadaşını, rekabet mi ediyor? Bunların hiç biri anlaşılmıyor ekrandan.Çocuklar bana yahep ya hiçci olmamayı öğretiyor. Minik minik öğrendikleri her şey ortaokul eğitimleri sonunda bir yere kavuşuyor, büyük bir şey oluyor amma lakin tamamlanmış mı elbette hayır; zaten tamamlanma ne kadar mümkün olabilir? Onları izledikçe her şeyin bir anda olmayacağı,yavaş yavaş, bazen adımsız bazen 10 adım…Kendi potansiyelini farkedemeyen öğrenciyi itiyorum bazen. Ben görüyorum hadi sen de gör diye. Olmuyor, hazır değilse imkansız bunu görmesi.Korkular içinde oluyor. Zaten çalışsam da ne olacak ki diyor…İkna etmek imkansız. Kaygı içinde izliyor etrafı, acaba yetkin olmadı belli olursa ne yaparım diye.Oysa ki tam da olması gerektiği yerde olması gerektiği durumda. Ya da gereklilikleri öylece kenara bırakalım, tek kelimeyle şahane!</p><p><br /></p><p>Hayatın güzelliği artık farkediyorum minik minik şeylerde. Kimseden alkış beklememek, bu küçük şeyleri gerçekten sevdiğim için yapmakta. Alkış bekleyen ama alamayan her şey koca bir hayal kırıklığı oluyor. Hayatın anlamını bulmuş sevgi pıtırcığı değilim ama şu kadarcığı da biliyorum artık. Kendi içimde minik minik övgü beklemeden ilerlemek mutlu olmak istiyorum. Güneşli öylesine bir gün. Mükemmel hissediyor da değilim .Dünyaya da mutlu olmak için gelmiyoruz.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-19579480112292974112021-09-03T08:27:00.003-07:002021-09-03T08:27:59.384-07:00Güle güle bir olmak<p> Nasıl bir yaz geçti başımdan , başımızdan? Kötü haberlerin sonu gelmedi. Şu ana kadar hep korunduğumu hissedersim tüm kötülüklerden, bu yaz bu güçlü ve içi sükunet dolu hissim kayboluverdi.Ne yapalım! Sevdiklerimle arama mesafe koyduğum bir yaz oldu. Artık sevmediğimden ya da daha az sevdiğimden değil. Aklım bol bol karıştı, bir uykuya daldım bir uykudan uyandım.Kendimi aynı yerde buldukça delirdim. Ne kadar çok insan tanıdığıma şaşırıp, herkesin bir derdi olduğuna da kanaat getirip bastım gaza. Tanıdığım biri öldü. Çok üzüldüm. Belki hayatımda bir kere gördüğüm biri ama güzel yaşamak için çırpınan biriydi ve hayata hep gülümserdi. Cidden böyle insanlar da varmış dedirtti. Genç öldü. Hayatı seven insanların ölümü bana daha da bir koyuyo. Acaba diyorum bunlar hayatı bizden daha çok sevdiklerinden bizim iki katımız gibi mi yaşamış oluyorlar? Vallahi şu saçma mantıkları da buraya yazmaya utanmıyorum. Bir kız var yine böyle blog yazıyo. Bik bik sürekli şikayet. Öyle bir fenalık getiriyor. Oradan kendime geleyim, işte o kızın bir benzeri ben:) İlk önce ona indirekt olarak da kendime gıcık oluyorum.</p><p><br /></p><p>Neyse, bu yaz Çıralı’ya gittik. Şahane bir deniz. Sabah 8’de attık kendimizi denize. Bir sabah 7’degün doğumuna da denk geldik. Güzel güzel gün doğumunu izleyenler, pıtır pıtır sessizce kano binmeye gidenler. Güzelce izledim doğumu sonra Olimpos’a doğru yürümeye başladım. Yolda köpekler balık tutanlar tatlı bir sessizlik şahane.</p><p>Müziği, denizi, antika fincanları, lambaları, yazmayı,kitapları,anamı,babamı,bazı arkadaşlarımı, güzel havayı ve gülen insanları seviyorum. Gülmek ne güzel bir şey. Kesinlikle daha çok gülmel,i ve gülümsemeliyim.</p><p><br /></p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-91986006000395289202021-04-05T05:15:00.000-07:002021-04-05T05:15:47.394-07:00Memelere özgürlük<p> Büyük memelerim var. Memelerim büyük. Bunları böyle bağır bağıra söylemek yazmak ve barışmak ne zor şey. Daha ergenliğe bile girmeden henüz memelerim büyüme emaresi göstermezken bile aklım çıkardı büyük memeli kadın olmaktan. Mahallede ‘koca memeli Fatma’ vardı mesela. Kadın usulca lakabını kabul etmiş görünüyordu. Kadından bahsederken herkesin yüzünde müstehzi bir gülümse belirir, sanki koca memeli olmadıkları için şükrederler haksız bir gurur duyarlardı. İlkokul 4. Sınıfta memelerimde bir acı hissetmeye başladım. Yanlıştı galiba. Bu kadar erken olmamalıydı. Büyümek istemiyordum. Kendimi o zamana kadar küçük bir kız gibi değil de erkeklerin tüm yaptıklarını yapabilen cinsiyetsiz bir insan olarak görüyordum. Erkekler gibi serserilik yapmak o zaman adlandıramadığım ama şimdi besbelli özgürlük olan o şeyi istiyordum. Memelerim hafif hafif kabarmaya başladı, kızlar kendi aralarında konuşurken utanıyor, hayır benimkiler büyümedi diyor ama onlarınkinin de ne kadar acıdığını duyuyordum. Erken regl olan kızlar arkadaşlarına bunu sır olarak veriyordu. Bu sır bir şekilde gevşek ağızlı birinin ağızında düşmüşse büyük bir hayretle yayılıyor, en son sır sahibinin kulağına giderek kızın sırasında ağlamasıyla bitiyordu. Meme, regl felaketimdi. Arkadaşlarım bu sırlarını benle paylaştıklarında nasıl saklayacağımı bilemiyor bu sırrın altında eziliyordum. Abartma demeyin, benim büyümem böyleydi.</p><p>Zaman geçtikçe, memen büyüyünce sokağa çıkamazsın yazılı kurallarını da anlayınca bu halimle barışmayı denedim ,olmuyordu. Aynada bakamıyor dokunamıyordum.</p><p>Ben barışamadıkça çevremdekilerden daha çabuk büyüyor artık yelekle kolla kendisini saklamak zorlaşıyordu. Çok çok utanıyordum. O dönem büyük memeli olma derdinde olan kızlar da vardı ama ben öyle değildim.</p><p>Bir gün bir dergide bir arkadaşımın annesi dergiye baktığımızı görünce, büyük memeli kadını gösterip, sizinkiler de öyle olursa görürsünüz, çok da bakmayın dedi.</p><p>Sonra orta 3 ün başında regl oldum. Yine inanamadım. Paylaşamadım. Annemden gördüğüm kadarıyla başımın çaresine bakmaya başladım. Çok ağır geliyordu tüm bu değişimler. Memem önüne geçemediğim şekilde büyüyordu. İşte ben de koca memeli olmuştum. Korktuğum başıma gelmişti. Kendisinden önce sarkacağı haberi geldi. Annem o kadar habersizdi ki tüm bu içimdeki kargaşadan, bir sutyen almayı akıl edemedi. Kendime sutyen dikmeye karar verdim, beceremedim.</p><p>Lise hazırlığa geçmiştim. O yaz annem herhalde regl oldun galiba diyerek bir paket orkid koydu dolabıma. Bu kadar!Oysa regl olalı bir yıl olmuştu. Rahatladım. Benim için bir pasaporttu sanki bu. Tamam geç, orkid alma hakkını elinde bulundurabilirsin.</p><p>Sonra çevremdeki kız arkadaşlarım ne güzel memelerin var, sarkık değil dedikçe şaşırdım. Meme nasıl güzel olabilirdi, bana göre saklanmalıydı.O yaz bikinileri rafa kaldırıp uzun bir mayo giyme sürecine evrildim. Lisede beni hep formayla görmeye alışkın Türkçe öğretmeni, dışarıda serbest kıyafetle görünce gözlerinin mememe dikmiş ,ooooooo bu ne güzellik deyip elleriyle memelerini kavrama işareti yaptığında memelerimi erkeklerden özellikle de onlardan saklamam gerektiğini farkettim. Bu daha sonra sıra halinde erkek sınıf arkadaşlarımdan, çalışma arkadaşlarımdan gelince memelerime fora diyemedim.</p><p><br /></p><p>40 yaşındayım. Memelerimi seviyorum nice alıp vermeler, terapiler sonucu. Aslında memelerimi değil elbette kadınlığımı sevmek istiyorum. Bu kadar nefret yetmez mi?</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-11292203557799090232021-02-08T01:57:00.003-08:002021-02-08T01:57:32.775-08:00Hayat, kadere inat , seni sil baştan yaşayacağım.Çok huzurlu bir sabaha uyanmadım.Oysa ki sabahleyin Michael mesaj atmış ve neşeyle ‘Halil İnalcık’ın Türkçe Osmanlı tarihini bitirdim’’ yazmış. Benim ekranda defalarca görüp güldüğüm kitabı. Ne zaman insan kendini birisiyle kıyaslamış da o bünyeye bahar gelmiş? Bana da gelemedi. Bu adam hayatın bu hay huyu içinde nasıl bitirir bu Türkçe kitabı,dedim? Bir taraftan da bu soruları sormamak için kendisine zor tuttum kendimi. Heyecanını paylaştım ve tebrik ettim. Ama ben sık sık yaşadığım küçük depresif hallerim içinde gidip gelirken, onun Türkçeyi yalayıp yutmasını kaldıramadım.<div><br /></div><div>Belki iyi oldu. Benim için bir farkındalık oldu. Yazdım mı bilmiyorum burada, unutmak da istemediğimden paylaşayım. Memleketime gelmek için İstanbul’dan uçak bileti bakmaya başlamıştım. Uçakla seyahati çok sevmiyorum. Tam benim gibi bir kontrol freake göre bir davranış. Neyse, en sonunda dedim ki ben önlerden, 8 numaralı koltuğu alayım. Hem sallanmaz, hem kapıya yakın. Kolayca inerim. Neyse yolculuk günü geldi çattı.Bindim uçağa. Yerimde 25 yaşlarında genç bir erkek oturuyor. Pardon dedim, koltuğuma oturmuşsunuz. Affedersiniz yavşakça gülerek, yoo bu benim koltuğum dedi. O kadar da emin ki kendinden . Biletinizi görebilir miyim? Diye sordum. Şaka yaptım yaaa, di,yerek bir önceki sırıtışına kaldığı yerden devam ederek yandaki koltuğa geçti. Yerime geçtim, dışarı bakıyorum. Hostesin sesiyle irkildim. ‘Beyefendi lütfen maskenizi takın’diyor yanımdakine. Birkaç defa daha dedikten sonra, lütfen içeri gelin hakkınızda işlem yapılacak dediler. Yolculuğun yaklaşık 25.dakikasında oluyor tüm bunlar. Ben de sinir olarak hostese dedim ki ‘Lütfen beni de başka bir koltuğa oturtur musunuz? Anne babamı ziyarete gidiyorum’’ Tabii, dedi hostes. Ve beni aldı uçağın en arka koltuğuna götürdü:) Yaaa!!!! Ben önde gideyim, 20 tl daha verip 8 numarayı alayım da inerken kıçım yere daha az şiddette vursun derken, kendimi en arkada ve bir başıma otururken buldum. Bana, daha doğrusu anlayana iyi bir cevap geldi yaradandan. </div><div><br /></div><div>Her şey olacağına varıyor, her ne kadar zaman zaman beni öfkelendiren bir ifade de olsa yine kendini doğruladı ve ışıl ışıl gösterdi. Her şeyi kadere bırakalım demiyorum ama bana çoğu şey yaptırmayan düşün düşün yoktur işin’in de vardığı noktayı net bir şekilde gördüm.</div><div><br /></div><div>Michael’dan gelecek cevabı da bekliyorum. Büyük ihtimal güler ve der ki ama sen çok çalışıyorsun, bu kadar okuyamaman istediklerini yapamaman normal. </div><div><br /></div><div>Uçak hikayesini de tam bitirmiş olayım. Hostes yanıma gelip dedi ki hanımefendi sizi de görgü şahidi yazabilir miyiz? Tabii dedim, bastım imzayı geçtim.</div>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-12539547458480369072020-12-01T13:52:00.003-08:002020-12-01T13:52:52.453-08:00<p> Hasta ve ölü sayısı arttıkça dışarı çıkmayı bıraktım. Özellikle yoğun bakım yataklarının azalması ben de büyük bir kaygıya neden oldu. Belki benim gibi her şeyi kontrol etmeye çalışan kontrol freakler için kendilerini düzeltmesi için bir fırsat bile olabilir bu dönem. Kontrol edemezsin! Geçmek bilmeyen geniz akıntım için KBB doktoru bir de endoskopi yaptır demişti yazın. Akıntı azıtınca güvendiğim bir Gastroenterolog’da soluğu aldım. Doktor dedi ki bence tamamen psikolojik ama size bırakıyorum. Covid 19’un riskleri bile gözüme gözükmeden tamam dedim. Bir gün sonra yanıma kimseyi almadan gittim. Hemşireler hazırladı falan derken çıktım, midemde hiçbir problem olmadığı iyice belli oldu.Bu arada çıktıktan sonra uyuşturmak için verdikleri ilaçtan mıdır nedir sanki her hücremden mutluluk akıyordu:) Doktor geldi ve şu fenomen cümleyi kurdu; ‘Allta bir şey yok, yukarıyı halletmen lazım’’ O anda büyük bir ciddiyetle doktoru dinledim ama sonra alt derken? Yukarısı memelerim olabilir mi? Bu çok faydalı bilgileri yanıma alıp merakla benden haber bekleyen insanlara ‘Yukarıyı halletmem gerekiyormuş’’dedim. Arkadaşlar arasında yeni bir mavra nedeni çıktı, sevdik,güldük.</p><p><br /></p><p><br /></p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-92124470892835713262020-11-28T08:38:00.001-08:002020-11-28T08:38:55.185-08:00Bir başkadır bu Kezbanlar<p> Bambaşka bir şey üzerine yazacaktım aslında; Bir Başkadır dizisi üzerine. Toplu bir değerlendirme kendimce . Herkesin bir karakterin elinden tutup ilerlediğini görüyorum çünkü. Kimi yoksul başörtülü karakterle, kimi Peri ile. Yani çok genel yorumlar yapılsa da bir tarafla daha çok özdeşleştiriyor. İlginç ben de oturunca dizinin Issız Adamı hakkında yazmak istedim. Hangimiz düşmedik bu çukura bilmiyorum. Tamam belki dizideki gibi yüzümüze bakıp bu akşam kalıcak mısın demediler ama başka başka birbirinden vasat davranışlarla karşılaştık. Kadınların Türkiye’de cinsellik özgürlükleri bu Kezban adamların gözünde maalesef bedava seks anlamına geldi ama bu hizmeti vermeyene de Kezban kadın demeyi uygun gördüler. Seksi hizmet olarak görmek benim değil bu grubun hissiyatı. Ben paylaşmak olarak görürüm. Tabii kadın güzellemesi de yapamıycam. Bu tür insan hayatına girince de insanın durum kendini uzun bir terapiden geçirmesi gerekiyor. Dizideki adamın da annesiyle o leş ilişkisini görmek kalbimi yumuşatamadı. Sadece bir tiksinti yarattı. Ağladığı sahnede bile öyle bencil geldi ki...</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-65711947508218932012020-10-26T14:02:00.002-07:002020-10-26T14:02:13.556-07:00Tülay German<p> Eskiden, özellikle ergenken, günün kirini pasını yazarak atardım üstümden. Yazdıkça harikalar yarattığıma da inanırdım. Yıllar sonra dönüp baktığımda özümün orada durduğunu ama sayfalarca aynı şeyi yazma kararlılığındana ya da obsesifliğinden mi demelivim kurtulduğuma seviniyorum. Buraya gelip hep dersli şeyler yazıyorum. Özüm bu, lisede de İngilizceden 100 aldığımda değil de atıyorum Cevriye arkamda konuştuğunda geli yazmışım. Bu uyduruk keder öldürür insanı saçmalığından.</p><p><br /></p><p><br /></p><p>Arkadaşım okuduğu kitapları takasa çıkarmış hangisini istediğimi sorduğunda kitapları tek tek elime alıp, bazılarının arkasını bile okumadan rastgele açıp bana göre olup olmadıklarına karar verdim. Zor olanları hızlıca elerken Ebru dedi ki 'Bu kitabı okumanı çok isterim' Kitap Tülay Germen'in otobiyografisi.Kitabın adı Düşmemiş bir uçağın otobiyografisi. Caz severim ama daha evvelden Tülay Germen dinlememiştim. Facebook'u aktif kullanırken fan grubunu görmüş, kim olduğunu merak etmiş ama çok da üstüne düşmemiştim. Tülay Germen şahane bir insan. Daha doğrusu benim hayatta olmak istediğim bir tür; cesur çok cesur. Cumhuriyet döneminin varlıklı sayılabilecek ailelerinden birinin kızı. Çok iyi bir eğitim alıyor. Bir noktada bu eğitimi annesi gibi eğitimli ev kadını olarak yetiştirilmek üzere aldığını farkettiğinde en büyük tutkusu müziğin peşinden tüm engellere rağmen koşuyor. O dönem bir genç kadın evliliğe karşı, toplumun tüm kurallarına karşı cesurca duruyor. Ne zor! O dönemin iyi ailelerinden birinin oğlu olan oyun yazarı Erdem Buri ile tanışıyorlar ve Paris2e gidiyorlar. Bu arada Erdem Buri Hamdullah Suphi ve Suat Derviş'in yeğeni. Hatta kitapta en sevdiğim bilgi Moda'daki evinde - zamanın entelijans ortamlarının aktığı evi, Yaşar Kemaller, Aziz Nesinler, kimi ararsan- Paul Desmond'a 5/4 ritmini öğretiyor ve ünlü Take five bunun üzerine çıkıyor.</p><p><br /></p><p>Gencecik Tülay, solcu lafı gediğine koyan genç kadın Erdem Buri'yle izahı zor şahane bir aşk yaşıyorlar. Erdem, Erdem'in evi dosstları Tülay'ın üniversitesi oluyor. Tembellik ettim hala son 20 sayfayı okuyamadım. Son bölümünü okuyamadım.Benim gibi oto biyografi sevenler kanar gibi okur diye düşünüyorum.Öneririm.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-86919191274937515802020-09-25T13:26:00.001-07:002020-09-25T13:26:47.519-07:00<p> Öldürülen her bir kadın için çok üzülüyorum. Ölümle yüz yüze kaldıkları, kurtulmalarının imkansız olduğunu hissettikleri o an yaşadıkları korkuyu hayal edemiyorum ama bir kadın olarak da tüm bunları yaşama ihtimalimin bu ülkede çok yüksek olduğunu biliyorum. Geçen tramvayda geldi başıma. Yanıma bir adam oturunca kalktım, sosyal mesafe nedeniyle. Kitabımı okuyordum zaten, ayakta devam ettim.Adam meğer Üsküdar durağına kadar bana küfür etmiş, metronun sesinden duymamışım. Nasıl kalkarmışım, neden rahatsız olmuşum? En son bir yer boşalınca ben adamın göz hizasından uzaklaştım. O da geçti karşımdaki boş yere oturdu ve dik dik bakmaya başladı. Allah biliyor ya ilk o zaman farkettim. Son durakta inecekken hala bana ters ters bakıyor ''Hayırdır, niye bakıyorsunuz dedim ,küfretti.Bana doğru yöneldi vurmak için, araya insanlar girdi. Avazım çıktığı kadar bağırdım, polis,polis çağırıyorum diye. Koşarak kaçtı. Nooldu? Polis mi geldi? hayır Özel güvenlik mi? hayır. Sinirimi alamadım, bağırdım arkasından hayvanoğlu hayvan diye. Başta adamlar olmak üzere bana gülerek baktılar. İçim ezildi. Kendim için, tüm kadınlar için. Adamın bana vurmaya yeltendiği an fiziksel güçsüzlüğümün o kadar farkındaydım ki... Bu çaresizlik, bu çaresizliğimin adamda yaratıığı azgınlık sinirlerimi bozdum. Birkaç kişiye anlattım, kime anlattıysam şaşırmadı, anlattıkça hırsım arttı.Elde ne var? hiç</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-22481055517778357352020-09-24T02:33:00.003-07:002020-09-24T02:33:30.148-07:00İnstagram 1.gün<p> Son günlerde yoğun instagram kullanımım, üstüne üstlük saatlerce bilgisayar başında ders vermenin bende dikkat dağınıklığına yol açtığını, sabırsızlaştırdığını görüyorum. Ayrıca o mecralar da gazımı epey aldığı için ne kitap okuyorum, ne yazı yazabiliyorum. Aptal kutusu televizyon için değil instagram için kullanılması asıl. Burayı da belki bu bahaneyle daha sık kullanmış olurum.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-25450041220606793842020-09-23T12:43:00.003-07:002020-09-23T12:43:44.848-07:00Beden kayıt tutar<p> Okullar başlayalı epey oldu. Online eğitimde günde yedi ders alıyor öğrenciler. Dersler otuz dakika teneffüsler on dakika. Geçen döneme göre eba2da bir takım iyileştirmeler yapılmış. Sistem nadiren atıyor, ders süreleri azalmış. Geçen dönem çok hasta olduğum bir dönemde başlamıştı pandemi tatili ve o kadar düşüktü ki modum ve sağlığım sağlıklı bir ders işleyememiştim. Şükür şimdi daha iyiyim. Öğrencilerimi uzaktan daha çok seviyorum. Kesinlikle online eğitimde daha sabırlıyım. Geçen dönemin sonlarına doğru kendi iç sesimle öyle bir savaş halindeydim ki sınıfın içinde hem somut çocuk sesleri hem de sinsice benimkiler birbirine karışıyordu. Tabii benim sesim daha güçlüydü ne de olsa annemin, konu komşunun hatta toplumun sesiydi. Benim bunları anlamam terapiye gitmemle başladı. Daha sakin akıllılar bunları kitapları okuyarak da farkedebiliyor; ama benim özümde de hep bir onay alma ihtiyacı olduğu için bunu terapistsiz başaramazdım.</p><p><br /></p><p>Memleketimden döndükten sonra kendimi İstanbul'da sokaklara vurdum, sosyalleştim, sevdiğim insanları gördüm. Online derslerim zaten yaz boyu bitmedi hala devam ediyor. Türkçeyi öğrenmeye çabalayan insanları gördükçe onlardan ilham alıyorum. Yabancı öğrencilerim bana çok gülüyorlar. Acaba aman neyse ne diye salıyor muyum acaba yanlarında? Bilemedim.Ne desem gülüyorlar.Öğretme şevkimi arttırıyor. Bunu keşfetmiş olmasınlar?</p><p>Çocuklarla olan derslerde sık sık diyorum ki çocuklar hata yapmadan öğrenilmez bunun kuralı budur. Bunu o kadar iyi bilmelerini, bana inanmalarını istiyorum ki. Öğretmenden onaylı hata yapma sertifikası veriyorum. Hata yaptıklarında kibarca düzeltmeye uğraşıyorum tabii her zaman bu sabırda da olmuyorum. Bin kere anlattığım şeyi yanlış yaptıklarında- öyle eski zamanlardaki gibi bağırmalar yok tabii ki-biraz asıyorum suratımı. </p><p>Kötü bir öğretmen olduğuu düşünmüyorum. Dersimi ciddiye alırım arada komiklikler yapar, akıllarını almak için de bloggerları, futbolcuları, rapçileri takip ederim. Geçen dönem bir arkadaşım sınıfta saçma bir magazinsel konuda takılınca- galiba nadir yapılan bir spor adı idi- biri çıkıp hocam Gül hocaya soralım o böyle şeyleri çok iyi biliyor demiş. Böyle şeyler , ıvır zıvır ama gurur duydum.</p><p><br /></p><p>Şu sıralar Beden Kayıt Tutar diye bir kitaba başladım ve sevdim. Kalınca ama akıcı; travmanın iyileşmesinde beyin, zihir ve bedenin öneminden bahsediyor...</p><p>Bitirince de buraya yazıcam. Yazmayı seviyor ama öyle üşeniyorum ki</p><p><br /></p><p>Sağlıcaklar</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-68665220759830769752020-08-16T08:22:00.002-07:002020-08-16T08:22:39.326-07:00Normal People<p> buraya gelip sevdiğim mahsulleri toplayıp gidiyorum. son zamanlarda çok kayıplar duydum sanırım en çok etkileyini Pınar'ınki oldu. Bir arkadaşım vasıtasıyla tanıyordum. Yüz yüze hiç tanışmadım özenle yaptıklarını takip ediyordum. Çocuğum olmamasına rağmen uzun uzun yazdığı anne çocuk blogunda kendimden bir şeyler bulabiliyordum. Nelerle uğraşmış diyordum. Belki benim de sık sık burada yaptığım gibi tamamen kendine acımaktan uzak, ne yaptığını bilen ve gerçekten de mutlu olmayı tercih etmiş bir insan. Allah rahmet eylesin ve inşallah cennet bahçelerinde koşsun .Bana bile uzaktan hayrı dokunmuş bir insan. Belki çok sevimli bir konu değil ama yavaş yavaş kendi yaşıtım insanların da ölümlerini duymaya başladım. Annemle babama bakıyorum kendi yaşıtı insanlar ölünce üzülüp sonra vakurca kabul ediyorlar.Etmeseler ne olacak gerçi? ama ben çok uzun süre o ölen insanda kalabiliyorum. Neyse, aslında diyeceğim şu idi; yaşıma yakın insanların ölmesi hem beni biraz ürpertti, korktum ama yavaş yavaş da buna alışmaya(tam olarak olmasa da) ve farketmeden de olsa üzerime sinen ben ölümsüzüm illuzyonundan kurtulmaya başladım. Sorsanız böyle demem ama sanırım bir tarafım da ne bileyim hiç öleceğini sanmıyor.</p><p><br /></p><p>Neyse, yine karamsar konulardan devam edelim:) Mayıs'ta kırk yaşıma girmek beni fena çarptı. 2020 ve 40 yaş. Bence resmen 40 yaş krizi yaşıyorum. Toplumun benden beklediği bir insanın yerine getirmesi gereken çoğu şeyi yerine getirmedim; evim arabam yok, kocam yok, çocuğum yok. Eminim çocuk harika bir şey ama ben hiç isteyemedim, belli ki bana ''şu adamı çok seviyorum, ne güzel çocuğumuz olur birlikte' dedirten bir insanla da tanışamadım. Arabayı hala lüks seviyorum ama bu gruptan bir seçim yaparsam bir evim olabilirdi ve çuvallamamış bir evliliğim. Görüyorum tatlı evlilikler var, Allah daha iyi etsin tüm bacılarımın da evliliğini. Kadın olmak kolay değil. Şimdi her şeye biraz da cesurca, aman bana da ne olursa olsun diyebiliyorsam tekliğimden. </p><p>Bu sıra mücadele, seçimler , yaşlılık ve kırk yaşımı fazlasıyla düşünüyorum. Konu bunlar olunca da çok sevimli şeyler yazamıyorum.</p><p><br /></p><p>Bana bu yaz şevk veren 1 2 şey oldu. 1.si Sally Rooney'in Normal People kitabı ve dizisi. Kitap okunacaksa İngilizce okunmalı. Bir de trt2 de yayınlanan sinema kuşağında summer 1993. Gerçek bir hikaye ve insanı klasik çarpan sonlar gibi değil orta çizgiden gelen gol gibi şaşırtıyor şişiriyor. Burayı okuyan da varsa umarım bu leş benzetmemin kusuruna bakmaz. Bazı şeyleri o kadar gediğine oturtmak istiyorum ama yapamıyorum ki. Şimdilik bu kadar. Sevgiyle öpüyorum blogumu.</p>blueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-5164383281231598330.post-91168469059690704622020-03-28T14:31:00.003-07:002020-03-28T14:31:39.124-07:00Kor- ona Evde olmaktan mutluyum. Çok yorulmuştum çalışmaktan, sesten gerilimden. Bana bu sessizlik, evde kalmak bedensel olarak iyi geldi. Henüz sıkılmadım.Neden sıkılayım ki? Evi seviyorum.Sıkılmak bana şımarıklık gibi geliyor.Hala bir sürü insan faturalarını ve kiralarını ödemek, yiyecek almak,çocuklarına bakmak için işe gidiyor.<br />
Bize dokunmadığı sürece sayı olarak görünen her ölüm yanıbaşımıza geldiğinde açı daralınca bakalım neler olacak. Çoğumuzun ev tatili, hiç de sıkılmadığım dediği şey bakalım neye dönüşecek. Herkes kendi o halini yaratırken, ben kıçımın üstünde oturup parayı dert etmezken ne kadar kolay her şey. Bunları bu sıralar çok düşünüyorum. Korona beraberinde neler yaptım, yapıyorum bunu sıralama tekniğiyle yapmak istiyorum.<br />
<br />
1- Alışveriş yaptım.<br />
2-Kolonya aldım.<br />
3-Düzenli yemek pişirmeye başladım. Bunu pek de sevmediğimi farkettim. Benim için bir soru işaretiydi acaba her gün yemek yapmaya zamanım olsa hoşuma gider miydi diye.Cevap hayırmış.<br />
4-Okumak istediğim kitapları seçtim<br />
5-Okul veli grubuna ütye oldum. Okul ders idare öğrenci velli ayağını güçlendirmeye çalışıyorum. Her gün ödev, bir haber. Mutlaka bir gönderim oluyor. Çok yakında da öğrencilerle olan derslerimi zoom üzerinden bir rutine sokucam<br />
6-Bol whatsapp , görüntülü konuşma, zaman zaman gazete haberlerine dadanıp öfkelere üzüntülere dalıyorum.<br />
7-Çok çaresiz hissedip ağladığım da oluyor.<br />
8-Bol dol düşünüp kendimi sevdiklerimi masaya yatırıyorumblueagendahttp://www.blogger.com/profile/03407540287303040406noreply@blogger.com1