Bu üçlü eminim çok olmasa da bir yerlerde bir araya geliyordur. Uluslararası çalışan şirketlerde bu gayet mümkün görünüyor; ama İstanbul'da şirketin birinde bir Türk'ün ikisine Türkçe öğretmeye çalışması sık sık karşılaşılan birşey değildir. Çoğu zaman yaşadıklarımızı komik buluyorum. Laz fıkrası gibiyiz. Aslında komik mi değil mi bilemiyorum. Bu işe başladıktan sonra ortaya çıkan farklılıklar benim için bir komedi unsuru oldu çıktı. Türklerin de içini rahatlatmak isterim; biz Türkler herşeyde orta kararız. En azından özel hayata saygı konusunda bir Hindistanlıları geçemiyoruz. Gerçi şimdi neye göre de demek istiyorum. Bir defasında İnglizce bir kadına bu akşam ne yapıyorsun diye sorduğumda kadın kalp krizi geçirecekti. O kadar zorlandı ki cevap verirken. Yaptığı da hatırladığım kadarıyla eften püften birşeydi. Hatta bana da sanki nispet edercesine, bak senin özel bölgeni nasıl da aşıcam dercesine aynı soruyu sormuştu. Nereden anladım nispeti derseniz, bir şekilde anladım işte; gözlerinden diyelim geçelim. Neticede şunu demek istiyorum ben istemeden kadının sınırlarını aştım üstelik çok dikkat etmeme rağmen.
Bu Finlandiyalı ve Hintliyle olayımız çok farklı. Finlandiyalı'nın Hintliyle benim gevrekliğimize ulaşması için bin fırın ekmek yemesi lazım. Benim de Hintli'ye yaklaşmam için bu konuda aynı yollardan yürümem gerek. Geçen ders yaptığımız ofiste ses olunca ikisine dedim ki; bu konuda ne yapabiliriz? Bir çözüm bulsak? İkisi de yüzüme ağzında yaprağı sıkışmış koala gibi baktılar. Sonra Hintli gevrekçe bu kabul edilebilir bir şey değil dedi. Finlandiyalının ne dediğimi idrak ettiğini sanmıyorum bile. Koala gibi baktı suratıma bir yirmi saniye.
En son bu hafta Finlandiyalı derse gelemedi. Hintli'ye dedim ki bu açık ofislerde insan rahatsız olmuyor mu? . Nasıl yani, diye sordu. Hani bazen kimseyi görmek istemezsin ya, dedim. Niye istemeyesin ki dedi. Dedim ki olur ya, o gün canın sıkkındır, kimseyle göz göze gelmek istemezsin. Yoo dedi. Hatta ağzının içinden çok saçma dedi. O kısmını duymazlıktan geldim. Ders bitince beni çıkışa götürürken başka bir kapıdan içeri sızdı. Baktım beni, gel gel diye çağırıyor. Finlandiyalının odasına girmiş. Çocuğun gözler fal taşı gibi açılmış ve nasıl olup bizim böyle odasına sızdığımızı anlamaya çalışıyor. Soru soruyoruz anlamıyor, tekrarlatıyor. Detaya girmiyeyim anlıyorsun bir şekilde sınırı aştığını. Tabii ben anlıyorum. Hintlinin anlamadığından eminim. O da anlıycak bir gün benim gibi farklı ülkelerin farklı yaşam biçimleri özel hayata bakışları var. Aslında bir yandan da acıdım çocuğa. Tıpkı bana okulda bu saate kadar ne diye evlenmedin diye sorulması gibi diyicem ama onu bile şükrolsun geri pasa atıyoruz. Beni görünce de bu sefer derse katılamadım özür dilerim falan diye diye kalp krizi geçirme boyutuna geldi. Hintli en son baktığımda gevrek gevrek kimsenin iplemediği şeyler konuşuyordu.
28 Ocak 2016 Perşembe
19 Ocak 2016 Salı
Yalnızlıkla barışmak...
Geçen haftalar o kadar yoğun geçti ki fiziksel olarak bir dakika bile yalnız kalamadım ve buna çok ihtiyacım vardı. Şimdi düşününce belki yalnız kalmak değil de durmaya ihtiyacım vardı; bedensel olarak. Okuldan geldikten sonra , yemek yiyor, bulaşıkları boşaltıp yeniden diziyor, makineye çamaşır atıyor ve yemek yoksa yapmaya girişiyordum sonra da özel derse koşuyordum. Oturursam kalkamayacağımı da bildiğim için durmak istemiyordum. Bedenimi çok zorluyordum ama hareket halindeyken hiç yorulmadığımı hissetmek harika bir histi. Daha çok hareket etmek, bedensel kuvvetimi daha verimli kullanmak istiyordum. Tüm bunlar bitip durduğum zaman da tekrar yerimden kalkamıyordum. Bu sırada beynim ne yapıyordu? Beynim sürekli sürekli düşünüyor, sürekli hareket halindeki ağzıma direktifler yolluyordu; durmamacasına... Arada da bana ne kadar yalnız olduğumu fısıldıyordu. Bunu hep yaptığı için uzak olmadığım ama beni rahatsız eden bir his.Ama son zamanlarda bana da başka bir his ve barış geldi. Neredeyse çocukluk yıllarımdan itibaren çok yoğun hissettiğim bu duyguyla barış imzaladım; nasıl yaptım bilmiyorum. Şüphesiz ki birdenbire değil, yine sürekli konuşarak.Şunun gibiydi ; koşup bir yerinizi yaraladığınızda yara tazeyse hep kontrol edersiniz ya, o hesap. Şu son zamanlarda yaranın hep orada olduğunu biliyorum ama kontrol etmiyorum. Yara aklıma gelmiyor. Barışmış hissediyorum.Acımıyor. It doesnt hurt
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)