22 Kasım 2019 Cuma

Tatlı bir cahillik

Vallahi gençlik demek cahillik demek. Ama bildiğimiz anlamıyla değil, kötülüğe açılan pencere değil yani. Tatlı bilmezlik, hayat tecrübesi azlığı, kendine fazla yüklenmek. Bazen de fazla güvenmek, çok şey beklemek ya da tam tersi ezmek. İlk görev yaptığım yer köyden bozma bir kasabaydı. Köyden bozma kasaba? Şöyle... siyasi nedenlerle ilçe yapılmış bir köy. Bir ilköğretim okulu bir de lise vardı. Gelen öğrenciler de asla ilçenin merkezinden değil etraftaki köylerden gelirlerdi. 22 yaşında İstanbul'un merkezinden bir genç kadını getirmişler dağa tepeye ırmağa bakan bir sınıfa yerleştirmişler diye düşünün. O zamanlar pastoral hayata böyle tezahürat da yok tabii. Her gün hastayım. Alerjik rinitle o zaman tanıştım .Çok uzun hikayesi olan bir yer. Sevgiyle andığım ama zaman zaman da içimdeki karanlıkta kalma korkusunu tetikleyen cinsten . Şimdi oradaki hikayelerim asla acı ızdırap drama dolu değil. Aksine hepsine şaşırarak baktığımı anımsıyorum.  ilk öğretmenlikte çok müfettiş gelir yeni öğretmenlere. Bu köylerde  tepelerde bulunan okullara daha çok gelir ki müfe yolluk da alabilsinler diye. Kesinlikle öğretmenleri korkuttuklarını bilirler ve o boktan egolarını saçma sapan konuştururlar. Neyse gelip gidiyorlar ama kesinlikle dinlemiyorum bunların dediklerini. Çünkü benim de kendime göre bir egom var ve bu adamların da bu işten asla anlamadıklarını düşünüyorum. Tehlikeyi farkettiniz mi? İlk dönem rehberlik bitti derken bu defa teftişe gelmeye başladılar. Not vericekler bu defa. Daha ilk öğretmenlik senende ki henüz bir sene de dolmamış henüz okuma yazma bilmeyen çocuklara nasıl İngilizce öğrettiğine bakacak. Ben tabii panik oluyorum ama herkes diyor ki merak etme İngilizce bilmezler, planlarını şöyle bir bakar geçer. Beklenen gün geldiğinde maalesef ki İngilizce bilen müfettişin bana düştüğünü gördüm. Olacak ve görülecek iş değildi. Müfettiş içeri girdi, şöyle bir planlara baktı ve çocuklara soru sormaya karar verdi. Allah için en istekli parmak kaldıranı kaldırdı ve dedi ki What's your name? Kız kendinden çok emin bir ifadeyle my nameee is ......Okunuşunu da aynen yazılışı gibi dedi. neym değil name. Sinirden kıpkırmızı oldum. İşte tam da bahsettiğim cahillik buydu yazının başına. Buna şu anda kızma ne kelime belki gözlerim kısılırcasına gülerim. Müfettiş bir ay sonra notu postaladı;80. Seksen eh işte öğretmensin. Ben de öğretmenliğimin ilk altı ayında ancak bu kadar olabilirdim zaten.

18 Kasım 2019 Pazartesi

Kapıls

İnsan ilişkilerini yönetemiyorum. Özellikle evli bir çiftlerler olanı. Bir kere kendilerine özgü çok dikenli yolları ve  ayarları var. O yüksek gerilimin arasında asla kendim olmayarak, kimsenin tavuğuna kış dememeye çalışarak ama mutlaka da yanlışlıkla diyerek günü geçirdiğim zamanlar oluyor. Bir kere bunların kendi aralarında  farklı bir iletişim biçimleri oluyor. Bazen bir burun kaşıma çok eski bir mevzuyu açabiliyor ve kim haklı kavgası 10 sene önce kaldığı yerden devam etmeye başlıyor.   Sen anlayana, ay acaba benim yüzümden mi oldu diyene kadar kavga bitmiş, kılıçlar çekilmiş ve soğuk bir savaş başlamış oluyor. Hafta sonu böyle bir şey yaşadım. Çok rahatsız oldum, üzerime alındım, sonra vazgeçtim ve ciddi ciddi tüm enerjimin bir anda yok olduğunu hissettim.

Ders alan öğrencim, ders almayan karısına hadi sen biraz gez gel, biz ders yapalım minvalinde sözler söyleyince ama kibarca kadın pasif agresifliğin gözüne vurdu. Bu art arda söylenmiş cümleye tepki vermeyerek sinirden kızarmış bir şekilde telefon ekranının içine girmeyi tercih etti. Acaba kadında ne tetiklendi?Anlayamayacağım hızda bir İngilizceyle çift beş saniyelik gergin bir diyalogla kavgalarını bitirdikten sonra, dersimize devam ettik. Tabii ki kafam asla derste olmayarak ve zaman zaman da adama sorduğum soruyu bile unutarak:) Bazen gerçekten kendime gülüyorum. Bu tabii biraz da benim meraklı yapım. Şimdi ne oldu burada ve bırrrrr neden çok soğuk ortalık? İki saat kadının ağzından zoraki dökülen bir kaç kelime sonrası dersimiz bitti ve derin bir oh çektim. Hem oh çektim hem de şükrettim.

16 Kasım 2019 Cumartesi

Sevdiğim kokular 2

Sevdiğim kokulardan devam edeyim. Aklıma yemek yapılmak üzere kavrulan soğan kokusu geldi. Ne kadar davetkar... Davetkar da neye davetkar? :) Huzura, güvene, ailecek yenen yemeklere, birlik duygusuna, mutluluğa. Gerçi ben kavrulmuş soğanın ekleneceği sebzenin içinde tüm havasını kaybettiğine inananlardanım. Evet lezzeti arttırıyor ama o ilk salça ve yağ ile etrafa yaydığı çoşkuyu kaybediyor. Şu satırları yazarken acaba kafayı mı yedim diye kendime sordum. Amacım burada edebiyat şovu yapmak değil eee o zaman soğana yapılan bu güzelleme ne? Bilmiyorum.

Dedemin içten merdivenli ahşap evinde merdivenlerde oturuyorum. Annem mutfakta yemek yapıyor. Yüzünde her yemek yaptığında takındığı bir tebessüm var. Bu hafif tebessümü hep kollarım, yine orada mı diye. Evet hep orada olur. Merdivenden kayarken,belki bebeklerimle oynarken ve şahane hayaller  kurarken soğan yağ ve salça üçlüsünün yaydığı koku burnuma geliyor. İçime verdiği o huzuru mutluluğu anlatamıyorum. O anda gözüme her şey olumlu görünüyor. Koşa koşa annemin yanına gidiyorum. Ne zaman hazır olacak. 25 dakika sonra diyor annem, ben seni çağırırım. Beş dakika sonra o sihirli koku yok oluyor ve etrafa daha baskın fasulye kokusu yayılıyor. Keyfim kaçmıyor elbette, o da nimettir ama soğan yağ ve salça üçlüsünün yarattığı elektriği yaratamıyor bende. Annem hadi yemek oldu diye çağırdığında koşa koşa gidip şöyle bir bakıp kokluyorum. Geri dur, saç düşüreceksin diyor annem. I ıhhh yemiyorum, güzel kokmuyor. Ne demek istiyorum belli değil. Ne yaparsan yap diyor annem.Sıkılıyorum. O hızla merdivenlerden takır takır inip, inerken annem yavaşş diye bağırıyor, kendimi yemek çiçek ağaç kokulu sokağa atıyorum.

12 Kasım 2019 Salı

Hoşuma giden kokular

1- Çilek reçeli kokusu. Yemeyi sevmiyorum ama kokusu bir sıcaklık veriyor içime. Sanki birazdan kapı çalacak da eve taze süt gelecek gibi. Annem pencereyi açacak , küçük bir cam kaba koyduğu  reçelini  göstererek dayısının kızına seslenecek ' Dayım kızı Ayşe, reçelim nasıl olmuş'' diyecek . Şimdi bunu aile olmanın verdiği anlık bir mutluluk diye yorumluyorum, o zamanki halimle de büyük ihtimalle rutinin verdiği huzurdu.Çocuklar severmiş düzeni, rutini ve en çok ihtiyaçları olan da buymuş meğer. Gerçi hala çok seviyorum rutinimi. Şu bloğun değişmeyen çehresinden bile belli. Gerçi artık üşengeçlikten...

2- Taze ev baklavası kokusu... Annemin ev tatlısı açan yengesinin imalathane gibi kullandığı genişçe bir apartmanın elma ağaçlı ve tavuklu bahçesine bakan en arka odası. İçindeki her eşya sanki bin yıllık. Yani bu bahsettim yıllar 90 lar olduğuna göre o zaman bile o his. Hiç değişmemişler. Yerde bir oklava ve tatlı açma masası. Bunun özel bir adı olmalı. Açılan tatlılar fırında piştikten sonra bu odanın bir köşesinde beklemeye bırakılıyor. Şerbetleri dökülmek üzere... Çok et yiyen bir ahalisi vardı evin. Mutfağı işkembe ya da haşlama kokulu hatırlıyorum mesela.İşte bu kasap kokulu evin bu minik hünerli odası adeta Charlie'nin çikolata fabrikası, bayram yeri, sakinleştirici bir antidepresan... O odaya girince 15'sem 10 olasım gelirdi. Baklavanın da meğer kafa yapan bir kokusu varmış. Bunu sadece ben anlayabilirim galiba. Başka biri varsa ses versin.

9 Kasım 2019 Cumartesi

Seninki de dert mi?

Bazı yazıları kardeşim bu da dert mi yani diyerekten okuyorum. Bunun da çok küstah bir hareket olduğunun farkındayım. Herkes yaşadığını bilir; ama yine de öyle demekten kendimi alamıyorum. Zaten artık utanma belasına mıdır nedir bu satırları da yazanlar bunu bazen aralarda söylüyorlar. Besbelli kıskanıyor da olabilirim. Evet kıskanıyorum her işi yolundayken kendi kendine dert yaratanları. Yazma çabam kendimi anlamaya yönelik. Benim sıksan on kelimeden oluşan blogumdan da bir medet umduğum yok. En iyi ben yazarım diye serilmedim yola ama o kendinden büyük çıkarımlar, satır aralarından fışkıran ben aslında ne kadar da mükemmelim yorumlarda aksini yazarsanız çok öfkelenerimler cidden basıyor bazen.