Her sene öğretmenlik hakkında bir iç görü geliştiriyorum, beklentim öğrencimden az kendimden daha fazla oluyor. Bir kere öğrenciden kesinlikle aferin beklememem gerektiğini biliyorum. Eğitimde süreç böyle işliyor. Hepimizde de böyleydi. Her şeyi kendimiz öğrendik sandık, kimsenin bize eli değmedi diye düşündük. Ufaktan da olsa o itişleri görmedik. Çok normal ve tam da olması gerektiği gibi. Eğitim çok uzun vadede değeri anlaşılabilecek bir şey. Öğretmen de öyle. Bir öğretmen olarak mesleğinizin ilk yıllarında öğrencilerden de olsa bunu duymak istiyorsunuz. Mesleğimin bu yılında artık bunu pek önemseyemiyorum. Benim görevim öğrenciyi biraz itmek, başka bir pencereyi açabilmek. Bunun sonucunu da görebilirsem yani şanslıysam dünyanın en mutlu insanıyım. Göremezsem de en iyisini dileyip yoluma devam etmek
Ama bu dönem buna uyanmadım. Basit yaşam, yavaşlama, farkındalık diyorum ama çalışma hayatımda neden bunu uygulayamıyorum dedim. Ders konuları yetişecek çocuklar sınava girecek diye hepimiz haldır haldır test peşindeyiz, dört dönüyoruz. Bu döneme çok sakin başladım. Hatta öyle sakin ve yavaş ki çocukların ders içinde dağılmasına izin veriyor sonra da onları güzel bir şekilde topluyorum. Anlıyorum ki bazen öğrenmenin en iyi şekli iyice dağılıp sonra toplanmakmış. Hiç birimizin arkasında motor olmadan herkesi sadece yes dese bile derse katıp gevşemek, dersin temposunu kaybetmeden; yavaş olsa bile tempo tempodur.
Buna ne kadar devam edebilicem bilemiyorum tabii. Müfredat,konular,sınavlar... Bu eğitim sisteminde olsa bile bunu birazcık olsun yapabilmek şu sıralar beni en mutlu eden şey.