Şubat ayı epece zor geçiyor. Okuldan bir öğretmenin ansızın da gitmesiyle onun ders saatleri mevcut öğretmen sayısına bölüştürüldü. Bunun neticesinde de benim üzerime de hiç istemediğim yedi saat kaldı. Giden arkadaşı sevmezdim, sinsi bulurdum. Bir sene benim küçük çocuğum var öğleden sonra ben bakıcam deyip tüm planı kendine göre yaptırdı. O senenin tatilinde yapılan piknikte karısını başka bir öğretmene, bu sene eşim çalıştı öğleden sonraları bir kursta, kayın validem de çocuk baktı demesini ben kulaklarımla duydum.O sene ben de ekstra çalışamadığım için maddi sıkıntılar çektim. I daha çok kazansın diye. Bu çok kişisel bir şey. Neticesinde bir iki olaydan sonra daha bu adama puanını verdim. Benimle birlikte birkaç kişi daha böyle hissetti elbette. Ama gidince herkes pek üzüldü. Açıkçası ben üzülmedim bunu da açıkça dile getirdim. Politik olamıyorum. Ama o da gitti ne iyiydi diyene, noolcak ki, çok da mühim değil diyorum. Karşımdakiler nasıl yani diyor. Super şahane dürüst bir insan olduğumdan da yapmıyorum bunu. Başka türlüsünü yapamıyorum. Belki azıcık olsun sevdiğim biri olsa belki ben de o role girerdim, bilmiyorum.
Şubat ayı genellikle mesleğimle ve sağlığımla ilgili pürüzler yaşattı bana. İlk defa bir yabancı öğrencimle bir orta yol bulamadık. Fransız üst düzey bir yöneticiyle yaptığım derslerde ne kadar çabalasam da adamla düzgün bir iletişim kuramadım. Ardında da koyver gitsin dersi bıraksa da rahat etsem dememle birlikte adam dersi bıraktı. Şöyle bıraktı. Şirket karısının ders parasını vermiyormuş. O da haklarını kadına devretti. Şayet kadın Fransızca dışında dil de bilmiyormuş. Bunu başta biraz başarısızlık atfettim. İletişim başarısızlığı ama bana göre daha ilk tökezleme de dersi bırakmalıydım. Bunu dersler bittikten sonraki rahatlamamdan sonra farkettim. Bazen can sıkacak kadar sabırlı olabiliyorum. Olabiliyorum da ne oluyor? Tamam özel hayatın gizliliğini biliyorum da sarı yeleklileri sorunca (fransa'daki olaylar) sanki yüzüme küfredermiş gibi bakan bir adama da sabretmek biraz gülünç bir çaba. Ne var hepiniz Türkiye hakkında yorum yapıyorsunuz. Biz bir şey diyor muyuz? Başka bir öğrencinin köpeklerini Türkiye'ye nasıl getirdiğini söyledim diye adam bana dedi ki ''Benim hayatımı da başkalarına mı anlatacaksın? Bunu kabul etmiyorum. Kaldı ki o adam gitmiş kendisi de anlatmış bunu.
Aslında şu olayı da anlatırken beni bu adar rahatsız ettiğinin farkında değildim. Ayrıca olayı da biraz mahalle karısı tadında da yazdığımın farkındayım. Oradan kendime şu noktaya geldim; neden bırakamıyorum?
Bu adam daha şu iki hareketi yaptığı anda tamam bu ders bitsin diyemiyorum. Yeni bir öğretmen bulmaları beş dakika? Şöyle bir ilkem var, kafama kim kazımışsa ''Başladığın işi bırakma, kimseyi yüzüstü bırakma'' Bırakma da ya ben? Bu konuyu terapide çalışmam lazım. Ben bu bırakamama meselesi yüzünden ne eziyetçi sevgiliyi bırakabildim ne de sürekli ağlayan ama senin derdine gelince dinlemeyen arkadaşa yüz çevirebildim.
Ben terapiden sonra bunların pratikle gelişebileceğine inandım. Yanlış olduğunu fark ettiğim bir davranışımı değiştirme pratiğini şöyle yapıyorum. İlk önce kendimi o hatayı yaparken ya da yapmak üzereyken fark ediyor ve ağır çekimde te ağır çekimde kendimi koltuğa kelepçelenmiş gibi hayal ediyorum. Aynı davranışa yönelmemeye gayret ederken resmen ter döküyorum. Ağzımdan çıkacak bir saniyelik bir kelime için nefesim daralıyor. Neticede yapmıyorum bana zarar veren otomatiğe aldığım o hareketi. Bazen de yapıyorum. O anda kimsenin benim için ne büyük bir adım olan şeyi yapmadığımın farkında olduğunu sanmam; ama ben nefes nefese kalıyorum.
Acilen bu bırakma meselesi için de egzersiz olayına girmeli ruhumu biraz olsun rahatlatmalıyım.
Baska bir Fransizla da mi boyle bir olay olmustu?
YanıtlaSilSen de pek yazmamissin kuzum :)
Ay evet. Aynı pozisyonda yerine gelen adam. O da bnim öğretmenliğim hakkında yorum yapmayı reddetmişti. Öğretmenliğimi beğendiğini söylüyordu.Şimdi düşününce bu çok üst düzeylerin isimlerine çok kıymet verdiğini anladım. Bu başka bir model. Bunun da devamı var:)
YanıtlaSil