İstanbul'a yeni gelmem nedeniyle yolların birçoğuna vakıf değilim. Bu nedenle insafsız bir taksicinin eline düştüğüm vakit, haliyle kazığın da alasını yiyorum. Bazen taksiden inerken söyleniyorum, bazen de on kuruşluk para üstümü bekleyip, taksiciyi uyuz ediyorum. Zaten taksici bindiğim anda ''Hangi yoldan gidelim, abla?'' diye sorarsa, sinirden şakaklarımın zonkladığını hissediyorum. Hatta geçenlerde, Bostancı'ya giderken aynı soruyu alınca, dedim ki ''Beyefendi, hangisi en kısaysa lütfen o yolu kullanın. Taksiciler arasında son moda bu soru mu acaba?'' diye sordum. Adam da gülerek '' Benim bildiğim yoldan gidersek biraz tuzlu olur ama ''diye cevap verdi. Ben de ''O sizin vicdanınza kalmış yapacak birşeyim yok'' dedim. Ancak adam beni kısa yoldan götürdü anladığım kadarıyla, inerken de dedi ki '' Abla seni kısa yoldan getirdim, yaa'' dedi. Teşekkür edip indim. Gittiğim memleketler içinde en çok Londra'da taksi kullandım. Bir seferinde adam beş poundum çıkmayınca ''Lütfen hanımefendi, mühim değil demişti.'' Tabii gönül ister ki karşılaştırmalı şehir kültürü olayına girmeyeyim ama yazmadan da duramıyorum.
Başlığın '' ikilem'' olayı ise şurdan geliyor. Gece eve geç döneceğim vakitler genellikle taksiyi kullanıyorum. Taksiden indiğim zaman bir bakıyorum taksici ben içeri girene, hatta ışığı yakana kadar bekliyor. Sonra da bir korna çakıp yoluna gidiyor. O gece bana kazığı atmışsa da aynısını yapıyor. İşte bu noktada bu ikileme kafayı takıyorum. İyilik kötülük bir arada. Zıtlıkların kentinden bir tane daha, hiç bitmez...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder