Sabah sabah aklıma yıllar evvel yaşadığım bir olay geldi. Bu ilk cümlemi kendini beğenmiş, koltuğunu bırakmamaya kararlı, ensesi kalın köşe yazarlarının yazacağı cinsten cümlelere benzettim; ama ziyanı yok. Uzun lafın kıısası ensesi kalınlık kim ben kim?
Bir iki sene evvel bir grup ergeni Almanya'ya götürmüştüm. Görevim öğrencilere göz kulak olmak, gerektiği yerde ki hep gerekti çevirmenlik yapmak, Almanlarla dostluk köprüsünü sağlamlaştırmaktı vs vs. Almanlarla dostluk köprüsünü sağlamlaştırmak çok klişe ama klişeye olan derin sevgimden vazgeçemiyorum. Alman iki öğretmen, ben ve öğrencilerimi Berlin'deki havaalanından almaya gelmişlerdi. Bu arada Çarşamba havaalanında gurbetçilerin yarattığı kaosu ve kavgaları anlatmaya nefesim kalemim yetmez; ama Tegel havaalanında hepsinin sessiz sakin, sıraya girmeyi bilen Alman vatandaşlarına döndüğünü söylemek iki klavye vuruşuna bakıyor. Doğal ve kolay. Bir de unutmadan yanımda bir öğretmen arkaşım vardı. 50 yaşlarında ama o da andropozunun en üst seviyesinde olduğu için üç ergene karşılık geliyordu.
Berlin'i adam gibi göremeden Doğu Alamanya'ya yollandık. Bu arada bize Alamanya soğuk dedikleri için giydiğimiz kalın hırkalar kıçımızda patladı. Daha doğrusu benimkinde patlamıştı sanırım. 25 ergenin hepsi gelip, ama siz bize böyle demiştinizini savmak dakikalarımı almıştı. Bir mola yerinde durduk. Bu arada Almanya'nın da bana verdiği tek duygu da şuydu; Kadir İnanır'ın Türkan Şoray'ı terkedip gittiği memleket. Orda kendine sarı bir Alman bulup bir de çocuk peydahlayıp mutlu mesut gönlünü eylediği uzak diyar. Bu hisiyat peşimi uzunca bir süre bırakmadı.
Şu anda sadete giriyorum, konunun özü burda Türkçe mealiyle söylemem gerekirse. Çocuklar bu sırada yeni bir telefon kartı almak istediler. Kasiyer İngilizce bilmediğinden Alman öğretmenden yardım almam gerekti. Kadına güzelce anlattım, anlamadı. Bak dedim kontör değil yeni bir kart alacaklar. Kadın anladım dedi ve bir çocuğun kontör almasına neden oldu. Bu sefer de çocuk mızıldanmaya başladı arkadaşlarına, yok paramın yarısını vereceksiniz, ben kendimi kurban ettim ddiye. Canım epeyce sıkıldı. Kadına tekrar anlattım, çocuklara da siz ''benim ne dediğimi anlıyor musunuz'' diye sordum. ''Anlıyoruz, bence çok güzel anlatıyorsunuz ''dediler. Bir noktada markette seslice, bir umut ''Buralarda Türkçe konuşan yok mu?'' dediğimi hatırlıyorum. O kart işini almayı o gün beceremeden Dresden'e gittik. Kadınla da gezi boyunca iletişememe sorunumuz devam etti.
Bunu sabah sabah niye hatırladım, bilemiyorum. Almanya'da a kafayı epey takmıştım. Bu aralar kendimle pek iletişim kuramıyorum ondan mıdır acaba? Yoksa biliçaltı boş konuşmaz. Ben bunu bir kez daha düşüneyim. Öyle bir iletişememe sorunu deyip geçmek olmayacak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder