Şeytanın bacağını kırıyor muyum ne? Şu cümleyi yazar yazmaz, bu da ne demek diye kendime sordum. İnsan üç bilemedin beş hediye aldı diye mi kırar şeytanın bacağını? Bilemedim. Benim ki sadece bir temenni. Yazarsam sanki gerçekleşir gibi! Öyle çorbadan işte! Yalancıktan! Bu kafada devam edelim şimdi.
Noel bana yaradı. Her gittiğim evde kekler börekler, hediyeler, kartlar. Hani Türklerin ''ölümü gör bunu yemezsen'' ısrarı var ya, işte o yabancılarda Christmas zamanı vuku buluyor. Yemezsen darılırım. Bak bu özel kek, yılda bir kez yapılır. Bir yiyen bir de yemeyen pişman! Böyle böyle derken, dersler tabii ki daha da zevkli hale gelmeye başladı.
Ben de tüm öğrencilerime birer kart yazdım. İlk önce Türkçesi sonra da İngilizce çevirisi. Sonra da bu kart işini neden daha sık yapmıyoruz diye düşündüm kendi kendime. Yıllar evvel Selma'ya atmıştım Gorlitz'den, geçen bulmuş kartı tekrar okumuş. Ne güzel yazmışsın, dedi. Bana da çok iyi geliyor eski kartları okumak. Bu sene de kime yazdıysam çok mutlu oldu. Demek ki daha fazla yazıp kart atmalı.
Bu sene benim için tuhaf bir sene oldu. Kaybı ve kazancı eşit gibi. Anladım ki bir şey olmuyorsa olmuyor. Üzülmeye, sıkılmaya kendini dövmeye gerek yok. Değiştiremiyorsun, kabullen bir anlamda. Yeni yıldan yüce bir gönül ve kabulleniş bekliyorum. Güzel bağlayamadım, ama olsun. Bu da böyle bir yazı olsun.
30 Aralık 2012 Pazar
28 Aralık 2012 Cuma
Amerikan tarzı diyaloglar
Bir Türkçe dersi sonrası evlerimize dağılırken Amerikalı öğrencimle geçen diyalog.
M (öğrencim): Şimdi otobüse binmek zorundayım. Kendimi otobüse binerken çok tuhaf hissediyorum.
Ben: Nasıl tuhaf?
M: Ne bileyim! Çok fakir ve loosy
Ben: Aaa neden?
M: Çünkü Amerika'da otobüse fakirler biniyor. Hemen hemen herkesin arabası var. Araban yoksa eksik bir insansın . Bu sebeple kendimi otobüse binerken çok kötü hissediyorum.Sen?
Ben: Bilmem. Bunun üzerine pek düşünmedim sanırım.
22 Aralık 2012 Cumartesi
Haydi güle güle git!
Bu yıl geçen senelere
nazaran daha az yazı yazdım sanırım. Bakıp da saymış
değilim ama öyle bir duygu geldi içime. Aslında son birkaç ay hayatıma tempo
getirebilecek haberler ve teklifler aldım.
Birkaç hayalimin gerçekleşebileceği şeyler; hiç heyecan duymadım ve bunu havada kalmasın
diye ben de Maya takvimine bağladım. Bunu da kimseye demedim. Şimdi yeri geldi
diye söylüyorum. İnsanın
korktuğu şeylerin başına geldiğini daha iyi anladım bu sene. Sonunda ağlanıp dövünsem de insanlığa yakışır biçimde kabullenmeye
çalıştım. Önünde sonunda yaşam devam
ediyor. Benim kadar uzun bir şeylere yas
tutan da kalmadığını da vesilesiyle gözlemledim. Canımı yakanlar oldu. Belki biraz acıttıklarım...
İş güç meselesine gelince... Öğrencilerimi ne kadar çok sevsem de çoğu zaman kafayı yiyerek okula gittiğim de yalan değil. Bu ayrı bir yazı konusu olmalı. Öte yandan Türkçe öğretmenin hep yapmak istediğim iş olduğunu anladım . Ulus sırtlarında geç yaşlarda bir İtalyan- Fransız çifte gitmeye başladım haftada iki kez. Geçen hafta hasta gidince ne yapacaklarını şaşırdılar. Birinin elinde Gripin- yanlış yazmadım- birinin elinde adaçayı bana çocukları gibi baktılar. Her gidişimde de alt katlardan biri piyano çalmaya başlıyor , üst kattan da köpek sesi…Bu ikisi ekseriyetle aynı anda başlıyor. Düet başlayınca bi gülüşüyoruz sonra derse devam ediyoruz. Yaşlılarla süper anlaşıyorum.
Bu sene uzaklarda yaşayan dostlarımı daha çok özledim. Aileden, çevreden hasta haberleri almak beni düşündüğümden daha çok sarstı. Çocukluk arkadaşımla tekrar görüşmeye başladım. Bunu iyi bir haber olarak verebilirim belki. Bir grup arkadaş, Amerikalı kazığı da yedik bu arada. Hem de en Fullbrightlı’sından. Anladık ki Amerika kendi vatandaşına bursu verirken Türklerden beklediği ‘fullbright’’lığı beklemiyor. Para hesabı yapsın yeter. Toplaman çıkarman ya da üçkağıdın var mı mesela? Tamam geçebilirsin, Türkiye’ye medeniyet götür der gibi. Şu klişeyi de çok çok özür dileyerek yazıyorum; içimdeki çocuğun bu sene gerçekten hakkın rahmetine kavuştuğunu üzülerek izledim( Bu arada değişiklik olsun diye Hakk’ının rahmeti dedim). Bitmek tükenmez bu kız/erkek iyidir aslında kafası azalarak değil birden bire bitiverdi. Onun yerini ay bu ne domuzdur aslında aldı. O baştan verilen krediler suyu çekti bir nevi.
İş güç meselesine gelince... Öğrencilerimi ne kadar çok sevsem de çoğu zaman kafayı yiyerek okula gittiğim de yalan değil. Bu ayrı bir yazı konusu olmalı. Öte yandan Türkçe öğretmenin hep yapmak istediğim iş olduğunu anladım . Ulus sırtlarında geç yaşlarda bir İtalyan- Fransız çifte gitmeye başladım haftada iki kez. Geçen hafta hasta gidince ne yapacaklarını şaşırdılar. Birinin elinde Gripin- yanlış yazmadım- birinin elinde adaçayı bana çocukları gibi baktılar. Her gidişimde de alt katlardan biri piyano çalmaya başlıyor , üst kattan da köpek sesi…Bu ikisi ekseriyetle aynı anda başlıyor. Düet başlayınca bi gülüşüyoruz sonra derse devam ediyoruz. Yaşlılarla süper anlaşıyorum.
Bu sene uzaklarda yaşayan dostlarımı daha çok özledim. Aileden, çevreden hasta haberleri almak beni düşündüğümden daha çok sarstı. Çocukluk arkadaşımla tekrar görüşmeye başladım. Bunu iyi bir haber olarak verebilirim belki. Bir grup arkadaş, Amerikalı kazığı da yedik bu arada. Hem de en Fullbrightlı’sından. Anladık ki Amerika kendi vatandaşına bursu verirken Türklerden beklediği ‘fullbright’’lığı beklemiyor. Para hesabı yapsın yeter. Toplaman çıkarman ya da üçkağıdın var mı mesela? Tamam geçebilirsin, Türkiye’ye medeniyet götür der gibi. Şu klişeyi de çok çok özür dileyerek yazıyorum; içimdeki çocuğun bu sene gerçekten hakkın rahmetine kavuştuğunu üzülerek izledim( Bu arada değişiklik olsun diye Hakk’ının rahmeti dedim). Bitmek tükenmez bu kız/erkek iyidir aslında kafası azalarak değil birden bire bitiverdi. Onun yerini ay bu ne domuzdur aslında aldı. O baştan verilen krediler suyu çekti bir nevi.
Yazdıklarımı şimdi
okuyunca bir olumsuzluk sezdim. Hep mi
olumsuzdu be Gül, diye kendi kendime sordum. Değildi, diye de cevap verdim. Bu yazının bir de içinde umut dolu olanını sene
bitmeden yazacağıma söz verdim kendi kendime
16 Aralık 2012 Pazar
7 Aralık 2012 Cuma
Bu kadınların çok güzel yaşlandıklarını düşünüyorum. En kötü filmde de oynasalar içimde tatminkar bir hisle sinemadan ayrılıyorum. Kate Winslet'a şişman falan diyorlar. Bu haliyle fevkalede doğal bence. Julie Delpy dersen kırk tarakta bezi var; ama Nil Karaibrahimgil gibi deği tabii. Yaptığı her şey izlenip dinlenesi. Isabelle Huppert, Juliette Binoche için zaten söyleyecek sözüm yok. Bu kadınlara överken bile belli bir ölçüde olası geliyor insanın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)