30 Aralık 2014 Salı

Yeni Yıl Kararları

Bu sene de bloga pek yazı yazamadım; ama kötü hissetmiyorum artık bunu gerçekleştiremediğim için. Şurda kısacık kendim için özetleyebilirim nasılsa. Özetle söylemem gerekirse iç görülerle dolu bir yıl oldu. Yıllarca sanki bir deneyin üzerinde çalışmışım da bu sene iyi ya da kötü sonuçlarını topluyormuşum gibi. Bu sene sosyal olaylara, ülkenin gidişatına daha çok vahlanan ama herşeye rağmen en güzel benim  memleketim diyebilen bir insan oldum. Umarım hep böyle söylerim. Sabretmek ve kabullenmek ne büyük erdemmiş de dedim. En büyük iç görüm, kendi adıma da bu oldu sanırım. Olmayınca olmuyor. Sabret, kabul et ve yoluna devam et. Aşk'ta aradığımı bulamadım. Acaba aranmakla sadece tek çorap eşini mi buluyor insan? İşte belki başkalarına çok basit görünen bu iç görüyü de yılların birinde içselleştirebileceğim. Bana göre amakla olmuyor bazı şeyler. Hazır olman gerekiyor ; ama kendini hazır hissetmenle alakası yok. Evrenin seni hazır bulması gerekiyor. Şimdi evren falan diyince arkasından ciddi şeyler gelecek sanabilir insan. Şaşırtmıyayım:) Şimdilik bu kadar. Dışarıda kar yağıyor. Ben de Ajda Pekkan dinliyorum. Bu senelik bu kadar.

26 Ekim 2014 Pazar

Adımlarını duydum, duymazdan geldim. Odaya girdi , yüzümü kaldırdım. Gülen bir ifadeyle bana bakıyordu. Baktı baktı ; 'Yorgunsun! Ne oldu ?' diye sordu. 'Evet, yorgunum çünkü hastayım ' dedim. Oturmadı; bu defa 'Doktora gittin mi peki?'' diye sordu. Başımı salladım. Yılmadı yine sordu ;'Ne dedi?    'Hastasın''. Sonra çok komikmiş gibi otuz saniye güldük birlikte. Bitince masaya oturdu.

5 Ekim 2014 Pazar

HUUUUUU HUUUUUU!

Buraya elim otomatiğe bağlamış gibi yazmak en çok özlediğim şeylerden biri. Eskiden beyaz bir sayfayı açar ve aklıma ne geliyorsa , şimdi benim bile okurken çok şaşırdığım cümleler kurardım. O zaman yazdığım bir takım yazıları şimdi vokabüleri açısından çok zayıf buluyorum ama içtenliği samimiliği hiçbir yazıyla kıyaslayamıyorum. Artık kimselerin içinde tartışmaya açık cümleler kurmak istemiyor canım. Karşımdakinin asabiyetini farketmeden beni ikna etmeye çalışmasına ve ben ikna olmadıkça artan sinir katsayısı dahilinde beni konumlandırdığı sınıfları da tahmin etmeye çalışmaktan çok yoruldum. Sanırım bu sebeple buralarda epeydir boş.

Hayatımı şöyle kısa bir özetlemem gerekirse ki- buözetlemeyi tabii ki blogdaki yüzlerce izleyici(!) için yapmıyorum- artık daha iyi bir okulda çalışıyorum. Geçtiğimiz dört seneyi nasıl çöpe atmışım, nasıl da mesleğimden nefret etmişim ama buna rağmen de sabretmişim daha iyi görüyorum. Dört sene boyunca sabretmiş olmamı iyi bir şey olarak anlatmaya çalışmıyorum. Bu önünde sonunda benim nasıl da cesaretsiz bir kadın olduğumu gösterir. Ha ordaki ortamları anlatmaya da kelimelerim yetmez. Nasıl desem; öğrencinin sınıfta küfretmesini adeta normalleştiriyor insan. Yaşam koşullarına uyum sağlıyorsun ağlaya ağlaya ve görüyorsun ki hayatta uğraşsan didişsen hatta voltranı da oluştursan diğer çalışma arkadaşlarınla hiç bir şeyi olması gerektiği gibi yapamıyorsun.

Şimdi kafamda planlar var. Kafamda planlar olmasını da seviyorum açıkçası. Kafanda planın olmayınca depresyonun artık ne renk olduğunu veremeyeceğim hırkasını üstüne giyiyorsun (Hırka mor olabilir mi acaba* Serbest çağrışım). Kafamdaki planlardan devam edersem konuya ki çok uzun zamandır plan şeklinde hayatlarına devam ediyorlar. Bu nedenle geçenlerde ertelemenin nedenleri üzerine bir kitap aldım. Kitabı alalı bir hafta oldu ertelemekten okuyamadım. İşte karşınızda zekimüren!Bu benim ve artık kendimi kabul ediyorum.

Şimdi yazarken kendimi cidden iyi hissettim. Umarım devam ederim...

16 Haziran 2014 Pazartesi

Ben kimlerdenim?

Bugün eski okulla ilişiğimi (ilginç bir kelime ama böyle deniyor) kesmeye giderken yolun ortasında bir adam durdurup ; ''Pardon siz Ordulu musunuz? Bir arkadaşım var aynı size benziyor ''dedi. Çok acelem olduğu ve adamı da gözüm pek tutmadığı için  ben de kısacık bir ''evet''diyerek yoluma devam ettim. Tabii adam beni takip ediyor mu acaba diyip yan gözlerimi devreye sokup kontrol ederek hızlı adımlarla okula yol aldım. Okulda işlerimi bitirip arkadaşlarla veda kısmına geçtiğimde okulda pek de sosyalleşmediğim bir erkek öğretmen arkadaş , ''Hocam siz Gürcü müsünüz? Kesin gürcüsünüz''diye sorup cevabını da kendi verdi ; ama yanılıyordu. ''Hayır. Gürcü değilim ama babam Çerkes''dedim ben de. Adamı ikna edemedim. Sonra yeni okuluma gittim. Konuyla pek alakası yok ama bir öğrenci roller bladeyle müdür yardımcısı odasına girip, suratında gayet sıradan bir ifadeyle karnesini istedi. Tabii ben dayanamadım başladım gülmeye. Çocuğun tavrı çok hoşuma gitti. Orda olan bir öğretmen arkadaş ''Hocam bu okula da bunlarla geliyor, alıştık biz artık'' dedi. Hoşuma gitti. Müdür yardımcısı odaları hiçbir zaman boş olmaz, bilmeyenler için ekleyeyim. Mutlaka müdür yardımcısının kankası , her şeye muhalefet bir de hep espri yapan bir öğretmen olur. Ha bir de gerçekten işi olan . Bugün de müdür yardımcısı ve kadrosu aralarında konuşurken birde konu şuna döndü; Şu okulun müdürü bizden, gidersen rahat edersin! (''Bizden'' demekle neyi kastettiğini anlayan anlar belki, anlamayan mesaj atsın) Bu muhabbet bir süre devam etti. Varlığımı unuttular ve kendilerini dayanışmanın verdiği bir parça gazla meseleyi  devam ettirdiler. Sonra ben düşündüm...Bu durumda ben kimlerden oluyordum acaba? Bir sendikam bile yok. Görüşlerim var ama beni tamamen yansıttığına inandığım, kendimi adayacağım, üstelik liderini de kucaklayacağım bir grubum ideolojim yok. Onlardan olmadığımı da tek görüşte anlıyorlardır muhtemelen. Kurumu yönetirken de herhalde yine ''onlardan''olanları kayırıyorlardır. Küçük yerlerde de büyük yerlerde de bu böyle. Ben tüm bunların içinde sadece bu gruplaşmada yalnız kalmış bir birey oluyorum. Ya da en yoğun hissettiğim bu.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Geçenlerde kendimce yarattığım bir projeye tam başlayacakken şu haber kulağıma çalındı; Babası İstanbul'da kağıt toplayıcılığıyla para kazanan küçük Yusuf ve ailesi Aksaray'da yaşarken çıkan bir yangında can verdi. Yusuf  altı aylık bu arada . Dondum kaldım. Elim hiçbir şeye gitmedi. O esnada birçok insan gibi ben de yaşamanın ne boş olduğu gibi düşüncelere kaptırdım. Bir yandan da  hislerimin o noktada üzerine  gitmek o kadar anlamsız geldi ki. . Daha doğrusu, ne kadar üzgün olduğumu anlatmak , ağdalamak çok kibirlice geliyor böyle haberler karşısında. Kendi cam köşkümden konuşuyormuşum gibi.

 Aslında uzun zamandır değiştiremeyeceğim şeyler hakkında üzüntümü dile getirmeye utanıyorum, buna hakkım yokmuş gibi geliyor.  İlk öğretmenliğimi küçük bir köyde yaptım. Zor durumda olan öğrencilerime üzülürdüm ama yardım da ederdim. Pasif değildim. Şimdi kötü gördüğüm hiçbir şeyin elinden tutamıyorum. Geçen gazetede Afrika'dan gelen kadınlara uygulanan zulümleri okudum. Kadınlar Türkçe bilmedikleri için polisler tarafından bin bir tacize uğruyorlarmış. Onlara İstanbul'a gelmeleri için yardım edenlerin dolandırmaları sonucu para kaybediyorlar falan, yine uzun bir liste. Kadınlar diyor ki, Türkçe bilsek belki daha farklı olur. Öğrenebilirsek belki daha iyi işlerde çalışabilir, kendimizi ifade edebiliriz. Bunu okuyunca yine heyecanlandım, elimi uzatabilirim dedim; ama o kadar çok çalışıyorum ki kendime bile boş zaman ayıramıyorum.O nedenle facebook'ta da etrafın paylaştığı ah vah'lı çözümsüz elinden tutalamayan gönderilere(hepsine olmasa da) uzaktan bakıyorum.




17 Nisan 2014 Perşembe

Sabah akşam kafamda cümlelerimle dolaşıp buraya yazmamak büyük bir beceri sanırım. Ne zaman yazıcak olsam burayı ağlama duvarına çeviriyorum. Oysa ki arkadaşlarını güldürebileen de bir insanım, kendini methetmek gibi olmasın. En son bi Japona gönül verdiğimi burda yazmış mıydım acaba? Sanmıyorum. Kendisi bilse kalp krizi geçirir ölür diye tahmin ediyorum. Böyle alışılmadık ani Türk kıroluklarına alışık değildir bence. Ben de değilim aslında; ama ne bileyim hayatıma bir renk getirme, acaba o da bana bakıyor mu egzersizleri bazen insana iyi geliyor. Okuldan fena halde sıkıldığımı da belirterek ağlama duvarım formatıma geri dönmeden edemiycem. Okuldan, öğrencilerden ciddi ciddi nefret ediyorum. ''Şundaki göte bak, keşke böyle karım olsa''diyen 10 yaşındaki öğrenciler benimkiler. Bir noktada insan sınıfta volta atarken, benim burda işim ne, şu saatten sonra ne yapabilirim kafalarına girmiyor değil. Bu yaştan sonra cidden ne yapabilirim? Mesela fena halde öğrenciliğime geri dönesim var; ancak devlet üniversitesinde yüksek lisans kazanıcak çalışkanlık ben de yok. Özel üniversitelere de o parayı bayılmam imkansız. Neyse, planladığım gibi yazamadığım blog yazım şimdi şuracıkta kalsın. Devam edicem,söz!