29 Ekim 2011 Cumartesi

Kör şeytanın dediğine uysam ortalık karışacak, hiçkimse kıçını kollayamayacak. Neyse ki uymuyorum!

28 Ekim 2011 Cuma

Kars'ın kazı, kızı ve kaşarı meşhurdur.

Ben demedim Karslı öğrencilerim dedi. Kaz eti Karadeniz'de pek yenmez, bu nedenle etine de yabancıyım. Kaz hakkında ne biliyorsun diye sorsalar, ''Uçan Kaz Nils'' diye cevap verir, dokunmayın garibe derim. Öte yandan at eti kadar da uzak durmam kendisine. Şöyle ki Almanya'da kaldığım otelim menüsünde at eti yahnisi görünce, orda tekrar yemek yiyememiştim. Böyle bir damar benimkisi. Atı sevebilirim, öpebilirim, hatta binebilirim ama yiyemem.
Neyse, asıl konuya dönmem icap ederse, çocuklar uzun uzun Kars'ı anlatıp, kaz kız ve kaşar üçlüsünü övüp, kaz ve kaşar satmaya çalışmaktan da geri durmadılar. Kaşara biraz göz kırptım tabii.

nar gibi kızarmış kaz eti
Anlatmalarına göre de kazlar yetiştirilip kesildikten sonra, karda bekletiliyormuş. Sonra da tuzlanıp kurumaya bırakıılıyormuş. Tüm bu işlemler de kendisini nefis, ağız şapırdattıran sınıfına dahil ediyormuş. Kars'ın kaşarını yazmıycam ama ilerde Kars'ın kızını duruma göre yazabilirim.

27 Ekim 2011 Perşembe

Ben demedim Sylvia Plath demiş.

I shut my eyes and all the world drops dead
I think I made you up inside my head."

18 Ekim 2011 Salı

Silgisini arayan çocuk

 Bugün 10 yaşında bir çocuk İngilizce dersindeyken kaybettiği silgisini '' Nerdesin, lan gavat?''  diyerek sıranın altında arıyordu. Bunu duyan ingilizce öğretmeni ilk önce çocuğun bu lafı kime dediğini anlamadı , ancak yardım sever öğrencileri   tercümesini yapmakta gecikmediler. Öğretmen, yıllardır ''gavat'' lafını duymadığını farkederek, acaba ne demekti diye düşündü. Yaşıtları  bu kelimeyi kullanmıyordu. Küçükken birkaç defa sağdan soldan duymuştu. Eski moda kalmıştı artık, tıpkı bazı isimler gibi; Rıza, Necmettin, Abdurrahman, Halide. ''Gavat' a acırken öğrenciyi cezasız bırakmak olmazdı. Hemen kendini toplayıp çocuğu bir kaşık suda haşladı. Çocuk haşlaması.

17 Ekim 2011 Pazartesi

I made you cry



Perihan Mağden

Perihan Mağden'i severim. Kalemini kuvvetli bulur, seçtiği kelimelerle taşı gediğine koyduğunu görür ve en az ben koymuşum kadar sevinirim. Samimi bir kadın. Ne düşündüyse o. Öte yandan Ahmet Hakan'ı hiç sevmem. Ne yaparsa yapsın değiştiremeyeceği, artık üstüne bakışları gibi sinmiş bir hal, itici bir görüntüsü var. Hoş konu görüntü de olmayabilir de, okuldaki geri kafalı imam kılıklı öğretmenleri hatırlatıyor bana.  Ayrıca Ahmet Hakan'ın yazıları ''ne kestin koç ne yedin hiç'' duygusunu da fazlasıyla vermekte içime. Perihan Mağden'i de birkaç ay öncesine kadar Yaz Kitabı adlı gazete yazılarından oluşan eserini yayınlamakla eleştirmişti. Gereksizceydi. Perihan Mağden'in tüm yazılarını topluca elinde tutmak isteyen ben gibi çok okuru olduğuna eminim. Geçende kitapçıda gezerken bu sefer de Kış Kitabı'nı gördüm yeni çıkmış. Çok hoşuma gitti. Perihan Mağden  yazısı okumuş kadar mutlu olup, Perihan Mağden taşı yine gediğine koymuş dedim içimden.

16 Ekim 2011 Pazar

Bir süreliğine feysbukta olmayacağım. Aslında uzun bir süreliğine hiçbiryerde olmak istemiyorum

14 Ekim 2011 Cuma

Çok neşeliymişim!

Bu aralar iyiyle kötü fena halde içiçe geçmiş durumda. Bu sebeple de kafam oldukça karışık. Okulda da öğrencilere bu ruh halimi yansıtıyorum büyük ihtimalle. Bugün sınıfa girince sınıfın en yaramaz öğrencisi gülerek ''Öğretmenim bugün çok neşelisiniz'' dedi. ''Ben mi?'' diye sordum. ''Evet öğretmenim. Sınıfa girerken gülümsüyordunuz'' dedi. Bu sefer gerçekten gülmeye başladım, içimde engellenemez bir sevinçle. Diğer yanımda da öğrenci karşılıklı gülüyoruz. Sonra sınıfa dönüp ''Çocuklar neşeli mi görünüyorum?'' diye sordum. Hepsi hep bir ağızdan arkadaşlarının söylediklerini onayladılar. Çocuğun tek sözüyle sınıfın havasını değiştirmiş olmasının hayreti içinde, oturup sınıf defterini yazmaya başladım. Hem yazıp hem düşünerek. Bu çocuğun olayı nedir? Yoksa düşündüğüm kadar yaramaz değil mi? Bunla biraz ilgileneyim akıllı bu belli.... gibi sorularla kafamı da meşgul ederek bir yandan.



12 Ekim 2011 Çarşamba

 Üzülmekten sıkıldığım ve yorulduğum için, ben de üzüntü yaratan herşeyi ve herkesi tekrar karşılaşmamak üzere rafa kaldırıyorum, bazılarını da çöpe atıyorum. Kişisel mantramdır, dileyen kullansın.

6 Ekim 2011 Perşembe

Anlaşılamama sorunsalı 1

Sabah sabah aklıma yıllar evvel yaşadığım bir olay geldi. Bu ilk cümlemi kendini beğenmiş, koltuğunu bırakmamaya kararlı, ensesi kalın köşe yazarlarının yazacağı cinsten cümlelere benzettim; ama ziyanı yok. Uzun lafın kıısası ensesi kalınlık kim ben kim?

Bir iki sene evvel bir grup ergeni Almanya'ya götürmüştüm. Görevim öğrencilere göz kulak olmak, gerektiği yerde ki hep gerekti çevirmenlik yapmak, Almanlarla dostluk köprüsünü sağlamlaştırmaktı vs vs. Almanlarla dostluk köprüsünü sağlamlaştırmak çok klişe ama klişeye olan derin sevgimden vazgeçemiyorum. Alman iki öğretmen, ben ve öğrencilerimi Berlin'deki havaalanından almaya gelmişlerdi. Bu arada Çarşamba havaalanında gurbetçilerin yarattığı kaosu ve kavgaları anlatmaya nefesim kalemim yetmez; ama Tegel havaalanında hepsinin sessiz sakin, sıraya girmeyi bilen Alman vatandaşlarına döndüğünü söylemek iki klavye vuruşuna bakıyor. Doğal ve kolay. Bir de unutmadan yanımda bir öğretmen arkaşım vardı. 50 yaşlarında ama o da andropozunun en üst seviyesinde olduğu için üç ergene karşılık geliyordu.

Berlin'i adam gibi göremeden Doğu Alamanya'ya yollandık. Bu arada bize Alamanya soğuk dedikleri için giydiğimiz kalın hırkalar kıçımızda patladı. Daha doğrusu benimkinde patlamıştı sanırım. 25 ergenin hepsi gelip, ama siz bize böyle demiştinizini savmak dakikalarımı almıştı. Bir mola yerinde durduk. Bu arada Almanya'nın da bana verdiği tek duygu  da şuydu; Kadir İnanır'ın Türkan Şoray'ı terkedip gittiği memleket. Orda kendine sarı bir Alman bulup bir de çocuk peydahlayıp mutlu mesut gönlünü eylediği uzak diyar. Bu hisiyat peşimi uzunca bir süre bırakmadı.

Şu anda sadete giriyorum, konunun özü burda Türkçe mealiyle söylemem gerekirse. Çocuklar bu sırada yeni bir telefon kartı almak istediler. Kasiyer İngilizce bilmediğinden Alman öğretmenden yardım almam gerekti. Kadına güzelce anlattım, anlamadı. Bak dedim kontör değil yeni bir kart alacaklar. Kadın anladım dedi ve bir çocuğun kontör almasına neden oldu. Bu sefer de çocuk mızıldanmaya başladı arkadaşlarına, yok paramın yarısını vereceksiniz, ben kendimi kurban ettim ddiye. Canım epeyce sıkıldı. Kadına tekrar anlattım, çocuklara da siz ''benim ne dediğimi anlıyor musunuz'' diye sordum. ''Anlıyoruz, bence çok güzel anlatıyorsunuz ''dediler. Bir noktada markette seslice, bir umut ''Buralarda Türkçe konuşan yok mu?'' dediğimi hatırlıyorum. O kart işini almayı o gün beceremeden Dresden'e gittik. Kadınla da gezi boyunca iletişememe sorunumuz devam etti.

Bunu sabah sabah niye hatırladım, bilemiyorum. Almanya'da a kafayı epey takmıştım. Bu aralar kendimle pek iletişim kuramıyorum ondan mıdır acaba? Yoksa biliçaltı boş konuşmaz. Ben bunu bir kez daha düşüneyim. Öyle bir iletişememe sorunu deyip geçmek olmayacak

4 Ekim 2011 Salı

Ağır kapı

ağır kapı aksak lisan
kelimeler yetmiyor
çıplak yara günışığı
tenimi incitiyor

içeriden yeni çıktım
dünya almıyor beni
yüreğimde yatar hala
ölenlerin yemini

hangi meydan hangi sokak kavuşturur bizi
hangi yalan hangi yasak karşılar bizi

ne insanlar ne mekanlar
özlemlere yetmiyor
başka sözler başka yüzler
ödeşmeler bitmiyor

aşk uyudu ranzalarda
düşler eskidi gitti
ıslığıma gömüyorum
kalbimdeki sözleri

hangi meydan hangi sokak kavuşturur bizi
hangi yalan hangi yasak karşılar bizi

2 Ekim 2011 Pazar

lö pen kiten

 Cumartesi günkü ders için Suzan'la Kanyon'da  Le Pain Quotidien'de buluşmaya karar verdik. Daha evvel de burda buluşmuşluğumuz var; ancak ne hikmetse her defasında hem yerini hem de okuşunu unutuyorum meretin. Yine güvenliği geçerken ''La pen nerde acaba?'' diye sordum. Güvenlik görevlisi de özellikle ''Lö Pen''in üstüne bastırarak, tam karşımda olduğunu söyledi. Her defasında aynı şeyi yaşadığım için, dejavumu ve görevlinin hafifçe gülümsemesini de yanıma alarak fırına girdim. Yani nasıl derler monşer, fransız usulü fırın. Ancak Kanyon'da bulunur. Neyse oturabileceğim bir masa buldum. Menüdeki tüm isimler elbette Fransızcaydı  ve tekrardan bir telaffuz dersi almaya hiç de niyetim yoktu. Gayet de farkındayım ki menüdeki yabancı isimleri okuyamayan ve bu okuyamayışıyla da tatlılaşıp karşısındaki erkeğin gönlündeki yerini sağlamlaştıran kız imajı çoktan tarih oldu. Yanlış yapana yerlere yata yata gülen insanlarla dolu bir çağda yaşadığım hep kafamdaydı. Bir kruvasan ve çay istedim. Bu arada herkes dolu dolu yiyip içip muhabbetteydi. Yan masada ciddi anlamda ne konuştuğunu anlamadığım gayet şık biir kadın oturuyordu mesela. Bir ara acaba İngilizce  mi konuşuyor  dedim ama yanılmışım. Karşısındaki kadının cevaplarından anladım.

 Karşımdaki masada da uzun patlak burunlu sarı saçlı ve yamuk kafalı bir oğlan yanındaki iki kıza şöyle dedi; ''Ya benim annemin dedesi de Gürcüymüş. Ben de yeni öğrendim''. Bunu derken vücut dili de şunu ekliyordu '' Yani uzak akrabalar evet Gürcü de, benim uzaktan yakından alakam yok''. Çocuğun dediğine değil ama vücut diline gülesim geldi. Çünkü gelip bana sorsalar bu mekanda kimler Gürcü diye, işaret parmağımla sarı kafalıyı gösterir, bunu Gürcü suyuna batırmışlar. Vücut dilini düzeltirse  iyi bir Gürcü olma olasılığı var demek isterdim. Bunu Gürcülerle yaşamış herkes de derdi. Tesadüfen orda bir Ünyeli bulunuyordu ve bu sorunun kendisine sorulmasını bekledi.

Sonra Suzan geldi, ağız şapırtıları eşliğinde dersimizi yaptık. Sağlıklı beslenme...