Kendi kendime söz vermeme taraftarıyım. En son yazdığımda yeni bir yıla kadar her gün kısa da olsa bir yazı yazacağıma dair söz vermiştim kendime;olmadı tabii. İnsan hayatında elbette her gün yeni bir şey olmuyor ama sonrasında o boş geçtiği sanılan günler hakkında yazılan yazılar bile okunduğunda insan kendi günlük tarihine bir anlamda ulaşmış oluyor. Bu sene hayatımda radikal bir değişiklik olmadı. Şükür hastalıklar da olmadı. En büyük duam bu zaten. Aslında acaba oldu mu şimdi düşününce. Radikal değişiklikler? Terapiste gitmek mesela? Bana başka bir pencere açtı. Öte yandan çok büyük bir takıntımdan da kurtuldum. Beni rahatlattı mı? Eh biraz ama hesaplar iç hesaplaşmalar...Tek başına kurtulmak yetmiyor. İç hesaplaşmaları da doğru yapıp evin önünü temizlemek gerekiyor.
Yapması kolay ama yapmayı sevdiğim şeyler var gündelik hayatımda. Geçen okulda bir öğrencim bir laf arasında ''iyi ki varsınız öğretmenim'' dedi. Ben de dedim ki''İyi sen de varsın Yusuf ve sizler de çocuklar''. Bunu artık her derste birbirimize hatırlatıyoruz. Onlar unutursa ben onlara ya da tam tersi. Bazen çok gergin bir anda bunu birinin söylemesi ortamdaki tüm gergin enerjiyi dağıtıyor. Ya da o anda sınıfa biraz kızmışsam kaşlarım çatılmışsa birden gülümseyiveriyorum. Tabii fikir babası Eren, iyi ki varsın Eren.
Bugün kuaför, yazılı okumak ve hediye almak gibi işlere bakıcam. En güvenilir kalem olan evimi çok seviyorum. Umarım yıl bitmeden birkaçnor daha yazabilirim.
24 Aralık 2017 Pazar
24 Kasım 2017 Cuma
13 Kasım 2017 Pazartesi
7 Kasım 2017 Salı
Linn
Tam emin değilim iki ya da iki buçuk sene evvel Norveçli arkadaşım Joakim'in facebook hesabında şöyle bir yazı gördüm. Diyordu ki ''Kardeşim Julian'ın eşi Linn tedavi edilemez bir kanserle karşı karşıya. Yaklaşık üç senedir çeşitli tedavileri denediler ancak her seferinde hastalık geri döndü. Tüm bu tedaviler sonucunda ortaya çıktı ki ne olursa olsun bu hastalık peşini bırakmayacak. En son doktorları iki seçenek sundu; Ya radikal tedavilere devam edicek ama sonuç pek de değişmeyecek . İkincisi ise kanser henüz hayati organlara sıçramamışken olabildiğince seyahat edip, görmek istediği yerleri görecek'. Yazının devamında kardeşi Julian'ın gofundme.com'dan açtığı fonun adresini veriyordu.Julian, Gofundme com'da tedavi sürecinden bahsediyor ve ne kadar acı olsa da Linn'in sağlığı el verdiğince görmek istediği yerlere gitmek için destek istiyordu. Bağış yapanlara da ara ara nereye gittiklerini neler yaptıklarını anlatıyorlardı. Ben Julian'ın facebook hesabına girip girip bakıyordum. Çok güzel gezdiler. Linn aşırı güzel ve hep gülümseyen bir kızdı. Julian ve Linn tanıştıktan sonra Linn hastalanmış ve tabii Julian tüymemiş. İlk tedavi bittikten sonra Los Angeles'a gitmişler evlenmek için. Yani özetle ben de ince ince seyahatlerini takip ediyordum bu çiftin. Açıkçası aklıma ölüm de gelmiyordu. Geçen bi bakayım neler oluyor dedim.Üstünde Linn'in doğum ve ölüm tarihini yazan bir resim paylaşmış Julian. İçim cızzz etti. Ahh dedim. Ben kızın ölümle mücadelesini unutmuşum. O kadar ölmeyecek gibiydi ki... Bu evet üzücü bir hikaye ama bir o kadar da yaşam dolu ki ortak kurdukları hayat bana kaç kişi bu kadar güçlü bir bağ kuruyor hayatla ve aşkla diye sorduruyor sadece
4 Kasım 2017 Cumartesi
Annemin arkadaşları
Annemin kadın arkadaşlarına bayılıyorum. Annem İstanbul'a gelir gelmez oturtuyorum yamacıma Sezgin Teyze ne yaptı, Hanife Teyze ne etti diye tek tek anlattırıyorum. Bir kere ülkede henüz moda bloggerlığı müessesi ortaya çıkmadan bu kadınlar o gri saçlı kadının Burda'sından modayı takip ediyor, en ilkel patronlarla şimdi vintage diye dünya paraya alınabilecek elbiseleri dikiyorlardu. Hepsi mi anlar renkten, yakadan efendime söylüyeyim biye'den kumaştan? Evet, anlarlardı. Bu kadınlar ''Armut alın''nedir bilirler, kahkül bırakma yavrum senin alnından dünyada çok az var derlerdi. Böyle orantısal bilgilere de sahiplerdi.
Bir de bu kadınlar ölesiye romantik kuşaktandı. Özellikle yazları dikişe oturmadan çocukları doyurduktan sonra eline Harlequin romanını alıp keyifle okurlardı. Bu kitaplarla ilgili en ilginç şey de kitap kiminse ilk sayfasında baş harf ve evlenmeden önceki soyadının ilk harfinin yazılmış olmasıydı İsimler böylece kodlanırdı ki bu kitapları okuyanlar o zamanlar memleketimizde orospu diye nitelendirildiği için Allah vermesin birinin eline geçerse isimleri çıksın istemezlerdi.. Neticede koca bir Harlequin çetesi. Anneminkilerde S.Ö yazardı.
Annemin arkadaşı Ayşe Teyze'nin annesi Saliha Teyze de gençliğinden beri belli aralıklarla Çalıkuşu'nu okurmuş. Bunu annem anlattığında kendimi yine bir hikayeye teslim etmenin huzuru vardı içimde. Kadın 95 yaşında öldü ama kızının anlatmasına göre hayatının son on senesinde Çalıkuşu'nu yastığının altında saklamış ve hep aynı sayfasını okuyup sevinmiş.
Daha ne hikayeler... Hepsi sevgi dolu becerikli, kitap sever, aşk sever (filmlerde) ama iflah olmaz dedikoducu caaaanımmm kadınlar.
Bir de bu kadınlar ölesiye romantik kuşaktandı. Özellikle yazları dikişe oturmadan çocukları doyurduktan sonra eline Harlequin romanını alıp keyifle okurlardı. Bu kitaplarla ilgili en ilginç şey de kitap kiminse ilk sayfasında baş harf ve evlenmeden önceki soyadının ilk harfinin yazılmış olmasıydı İsimler böylece kodlanırdı ki bu kitapları okuyanlar o zamanlar memleketimizde orospu diye nitelendirildiği için Allah vermesin birinin eline geçerse isimleri çıksın istemezlerdi.. Neticede koca bir Harlequin çetesi. Anneminkilerde S.Ö yazardı.
Annemin arkadaşı Ayşe Teyze'nin annesi Saliha Teyze de gençliğinden beri belli aralıklarla Çalıkuşu'nu okurmuş. Bunu annem anlattığında kendimi yine bir hikayeye teslim etmenin huzuru vardı içimde. Kadın 95 yaşında öldü ama kızının anlatmasına göre hayatının son on senesinde Çalıkuşu'nu yastığının altında saklamış ve hep aynı sayfasını okuyup sevinmiş.
Daha ne hikayeler... Hepsi sevgi dolu becerikli, kitap sever, aşk sever (filmlerde) ama iflah olmaz dedikoducu caaaanımmm kadınlar.
26 Ekim 2017 Perşembe
Geçen Balat'ta tatlı bir etkinliğe katıldım. Defne Suman, son kitabı olan Yaz Sıcağı'nın geçtiği mekanları gösterdi bize. Hem gezdik hem de kitap hakkında uzun uzun muhabbet ettik,sorular sorduk. Defne Suman'ın şu adreste de bloğu var yıllardır okur çok severim. Balat'ta arkadaşımın atölyesi olduğu ve başka bir yakın arkadaşım da uzun yıllar o çevrede yaşadığı için oralara aşinayım. Defne Suman, karakterlerin evlerini gösterdikçe içimde bir sevinç oluştu. Hemen hemen aynı yerleri benzer türde evleri mekanları hayal etmişiz. Kitap çok katmanlı su gibi akıyor.
Haftalık olayları da özet geçeyim. Okulda bir öğretmen İngiltere'ye gitmeye karar vermiş. Amcasının kızının torunuun bilmemnesi olduğu için ziyaret etmek istiyor. Yardım istedi benden. Tabii dedim,ederim. Başıma gelicekten habersizim tabii. Yaptığı iyiliği söylemek mi diye bi yokladım da kendimi değil. Sonrasına kızıyorum. Üç formu doldurdum, randevu aldım, belgeleri hazırlamasına yardımcı oldum derken başvuru günü geldi. Bu arkadaşa kapıdaki güvenlik görevlisi demiş ki biz standart vizeyi bedava veriyoruz, niye ona başvurmadın. Bu da gelmiş okula hararetle millete anlatıyor; param boşuna gitti, vize bedavaymış.... Kan beynime sıçradı. Böyle durumlarda hiç sakin olamıyorum. İftira atmışlar gibi... Yahu dedim, İngiltere insana sümüğünü bile bedava vermez. Böyle konuşup kendini komik duruma düşürme. Ama .ok öfkeli ve diyor ki; 1000 liram gitti sen adamdan iyi mi bileceksin. Sonra tekrar girdim siteye ince ince tekrar okuyup araştırdım tüm belgelerle önüne geldim. İnanmıyor. Ya da artık dedikodumu yaparken yakalandığı için işine gelmiyor kabul etmek. Terapistle de konuştuk bunu. Bunun sonuna kimsenin de sorumluluğunu almaktan hoşlanmadığım çıktı ortaya. Başka birine yardım ederken karşımdakinin tüm sorumluluğunu bana yüklemesi anladım ki beni çileden çıkarıyor. Çünkü en ufak hata da sen oluyorsun sorumlu.
Biraz Romanya'dan da bahsedeyim. Bir kere Türklere çok benziyorlar. Çok sayıda ortak kelime ve yemek var; sarma,haydi....vb. İnsanlar sıcak kanlı. Türkleri ve dizilerini seviyorlar. Ben Bükreş'i çok detaylı görmedim ama benim kaldığım yer olan Plioesti'ye göre daha güzeldi; ama benim için Romanya yaşamaya dair hiç bir umut vermiyor, bana vermedi. Olumsuz karakterime bağlanmasın. İstanbul'un ışıltısını çok özledim dört günlüğüne gitmiş olmama rağmen. Bu arada her yer Koton, waikiki. Hatta kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeki Şarap fabrikasına gittik de Paşabahçe bardaklarla servis yaptılar. Bu arada Türklerin ve İngilizlerin yatırımları var ülkede. Türkler tahmin edilebileceği gibi inşaat İngilizler de şarap. Şimdi yazdıkça daha çok geldi aklıma. Çalışkan bir günümde daha detaylı yazmaya çalışıcam.
8 Ekim 2017 Pazar
Yazmayalı epey olmuş. En son ne kadar umut dolu yazmışım; ve hemen akabinde sınav sistemişdeğişmiş. Sınav sistemi değişince sadece öğrenciye değil öğretmene de bir şeyler oluyor. Tüm bu defalarca değişen sistem içinde öğretmen de bıkıyor, yıpranıyor, kendisinden beklenti gün geçtikçe artıyor. Mesela öğrencinin sınavda başarılı olmasını milli eğitim,müdüründen tutun da öğrenci velisi bile sizden biliyor. Öğrenci başarılı olursa kendi ve ailesinden başarısızsa öğretmenden kaynaklanıyor. Şu anda getirmeye çalıtıkları sistem kesinlikle çalışmak istemediğim bir silsile. İngilizce'den açık uçlu soru getiriyoruz demek çocukları yine gramere boğun tek kelime konuşamasınlar demek. Geldiğimiz noktaya geri dönüyoruz yani. Zaten okulda o saçma sapan kitapları okutmaktan nefret ediyorum. Zaman zaman ben napıyorum diye soruyorum kendime. Ben bunu soruyorsam ne yaptığımdan emin değilsem ve önümde hiç de hoşuma gitmeyen bir sınav prosedürü varsa öğrenci naapsın?
Tüm bunların yanında okul projesi kapsamında Romanya'ya gittim. Bunla ilgili bir yazı ayrı yazıcam. Hiç sorumluluk almayan, karar vermesini hep başkasından bekleyen ama önüne verieln her işi düzenli yapan bir insan nasıl bir insandır? Çalışkan mıdır? Başarılı mıdır? Böyle insanlarla içiçeyim de epey bir zamandır. Düşündürüyor beni.
Bu aralar hayatımın tüm sorumluluğunu bir kişiye verip keyfime bakasım var. Biliyorum öyle keyfe de bakılmaz, getirisi kadar götürüsü de olur ama belki de olmaz. Böyle kimseye güvenmeden, kendimi tamamen bırakırsam başıma da şunlar gelir demekle ömür mü geçer. Hayır kendimi tamamen bırakabileceğim biri halihazırda yok da artısını eksisini şimdiden düşünen bir kafam var.
9 Eylül 2017 Cumartesi
on beş sene
İtiraf etmem gereken bir durum var; yaklaşık 15 senelik öğretmenlik yapıyorum; ama ancak bu sene on beşinci sene bittiğinde mesleğim üzerine eni konu bir fikir sahibi olmaya başladım. Sanki bu geçen on beş senede neyi neden yaptığıma dair bir fikir edinememişim de artık neyi hedeflediğimi anlayabiliyormuş gibi... Öğretmenlikte ilk seneler biraz kendi öğrenciliğin gibi geçiyor aslında. Öğretmenin sana nasıl öğretmişse ve öğrenebilmişsen o yoldan ilerliyorsun. Bunun yanında tabii ki sana da ait eklemeler oluyor. İlk tayinim bir köye çıktığında şahane Beatles parçaları dinler, Lennon'dan bahsederdik. Belki öğretmen olarak yapıp değer verdiğim şeyler biraz da bunlar.
Bu sene öğretmenlik benim için çok başka bir şeye evrildi. İlham vermek, merak uyandırmak, desteklemek, cesaret vermek. Bazen küçük bir ''Push''un neler değiştirdiğini görebildim şükür. Şimdi yavaş yavaş bu alanda daha fazla etki göstermeye karar verdim.
Yine de bazı şeylerin kafamda netleşmesi 15 senemi aldı. Anlayan beri gelsin.on
Bu sene öğretmenlik benim için çok başka bir şeye evrildi. İlham vermek, merak uyandırmak, desteklemek, cesaret vermek. Bazen küçük bir ''Push''un neler değiştirdiğini görebildim şükür. Şimdi yavaş yavaş bu alanda daha fazla etki göstermeye karar verdim.
Yine de bazı şeylerin kafamda netleşmesi 15 senemi aldı. Anlayan beri gelsin.on
29 Temmuz 2017 Cumartesi
terapi
Terapiye gitmeye başladım. Daha çok bebek ama. Dört seans kadar gittim. Param olduğu sürece de gitmek istiyorum. Çok tıkandığımı hissetmedikçe ya da tıkandığını hissedince belki biraz sabrederek. Terapiye giden birkaç arkadaşımın bu konuda çok yol katettiklerini görünce bir adım atmak istedim. İnşallah bana da faydalı olur. Terapist, terapi enteresan bir süreçtir ve bilinçaltınızı da aktif hale getirir . Birden bire olmadık bir şeyi hatırlar cevabını bulursunuz dedi. Görebildiğim kadarıyla sabırlı olmak da anahtar kelime. Geçen hafta panik endişe halinde gittim. Belki hep sağdan soldan işittiğim şeyleri farkedicem; ama bu kez aktif olucak.
Geçenlerde bir arkadaşımın lafına çok bozuldum mesela; ama şu sıralar o söyleyeni geçtim;işimiz insanlarla değil. O lafta beni bu kadar rahatsız eden şeyi çözmeye yöneldim. Ferahladım. Onun üzerine çalışmalıyım diyorum. İnsan aynı insan;etten kemikten. Öte yandan her şeyi üstüme almamayı başarmak, gavurun deyişiyle ''dont take it personal'' da ite ite kafama sokacağım düsturlardan.İşte böyleyken böyle. Bakalım neler olucak.
Geçenlerde bir arkadaşımın lafına çok bozuldum mesela; ama şu sıralar o söyleyeni geçtim;işimiz insanlarla değil. O lafta beni bu kadar rahatsız eden şeyi çözmeye yöneldim. Ferahladım. Onun üzerine çalışmalıyım diyorum. İnsan aynı insan;etten kemikten. Öte yandan her şeyi üstüme almamayı başarmak, gavurun deyişiyle ''dont take it personal'' da ite ite kafama sokacağım düsturlardan.İşte böyleyken böyle. Bakalım neler olucak.
25 Temmuz 2017 Salı
What do Turkish people imply when they are tutting?
13 Temmuz 2017 Perşembe
kargaşa
Geniş geniş yaşamayı unutmuşum İstanbul'da. Plansız programsız yaşayamıyorum. Bundan da pek şikayetçi değilim. Dakikasını planlayan bir insan değilim ama bir gün evvel de aşağı yukarı ne yapacağımı kimle buluşacağımı bilmek istiyorum. Ünye'de arkadaşlarımla bir gün evvel plan yapmaya çalışıyorum; nafile. Tabii çoluk çocuklu olmanın da etkisi var ama onların daha planlı olması gerekmez mi? Diyorum ki yarın ne yapıyoruz? Biz seni ararız diyorlar. Ertesi güne 13.00'de plan yapmak için arıyorlar. Ben de o saate planımı çoktan yapmış oluyorum. Sonra gelsin kırgınlıklar,küskünlükler,sen de hep böyle yapıyorsunlar. Aslında haklı ya da haksız yok ama her iki tarafın da farklı rutinleri görme biçimleri var. Bunu özellikle not etmek istedim. Tuhaf bir iletişimsizlik örneği. Ben acaba 13.00'e kadar arar mı aramaz mı günüm gider mi diye düşünerek istediklerimi sıraya koyarak önümğ görmeye çalışıyorum. Diğeri de taşranın verdiği ağırlıkla önümüzde saatler var yaparız bir şeyler kafasında.
8 Temmuz 2017 Cumartesi
muhtar
Bugün Ünye'nin en yaşlı insanını kaybettik. Muhtar Cemil,1921 doğumlu. Bence daha erken doğmuş bile olabilir. Buralarda benim yaşta insanların bile kimliği geç çıkartılmış olabiliyor. Adamcağız Cumhuriyet'in ilanından bir sene sonra doğmuş. O zamanki kayıt işleri artık Allah ne verdiyse diye düşünüyorum. Neyse, ben adamla yüz yüze gelip iki kelam etmiş değilim;ama gördüğüm, anne babamın ilişkide olduğu biriydi. Benim ayıbım! Burada yaşarken başka şeylerin peşinde koşmaktan akıl edememişim. Ama bu sene gelini Hanife Teyze'ye ben gelene kadar yaşatın muhtarı dedim;vadesi yetmedi. Neyse, yaşlı insanlarla konuşmayı dinlemeyi çok severim. En hayattan ders almamışında, atıyorum karısına çok kötü davranmış olanında bile bir nedamet ben yaptım sen etme eğilimi oluyor. Muhtar da otuz sene mahallenin muhtarlığını yapmış, zaman zaman insanlar gururuna yediremediklerinden karşısına aday olarak bile geçememişler. Şimdi babamın demesine göre, yine seçilirmiş ama 30.senenin sonunda eyvallah deyip çıkmış. Birkaç sene evvel Hanife Teyze şöyle bir anısını anlatmıştı; bir parka gitmişler ailecek. Tam yemeklerini yiyecekken bayılmış Muhtar, o sırada orada bulunan bir doktor müdahale etmiş ve açmış gözlerini ve şunları demiş; 'Şu ağaca bak ya şu çiçeğe, şu renklere kırmızıya. Bu dünya nasıl bırakılır da gidilir.Dünya çok güzel yaşamak çok güzel'' . İşte bu tarihi sözler benim kafama çakıldı. Ha neresi tarihi? 93 yaşında olsan da bu gerçeğin hiç değişmeyeceği. Öte yandan, dedemi hatırlıyorum 75'inde başlamıştı ölmek istiyorum hayattan zevk almıyorum iye. Tabii ki kimsenin hatası yok. Kimisi öyle kimisi böyle. Böyle de efsanevi cümleler kuruyorum işte).
Muhtar solcu,insan seven ve karısıyla çok kavga eden güzel bir insanmış. Hanife Teyze kavgalarını anlattıklarında çok güldüğümü hatırlıyorum. Nurlar içinde...
Muhtar solcu,insan seven ve karısıyla çok kavga eden güzel bir insanmış. Hanife Teyze kavgalarını anlattıklarında çok güldüğümü hatırlıyorum. Nurlar içinde...
28 Haziran 2017 Çarşamba
veda
Vedalarda oldu bitti zorlanıyorum. Bu hafta uzun zamandır ders verdiğim ve artık Türkiye'den ayrılacak olan iki öğrencimle vedalaştık. Biri İsveç'e biri İngiltere'ye dönüyor. Ben öğreti delisiyimdir. Birinden bir şey öğreneyim onu da kendi öğretim yapayım diye deliye dönerim. Öyle ezbere iş olmayacağını da bilirim ama bu merak beni kendine bağlar insanlara küçük küçük sokulurum. Bu iki öğrencim de bana epey bir şey öğrettiler. Zaman zaman itip silkelediler. Ben de onlara Türkçe, İstanbul'da yaşam taktikleri verdim. Neticede ikisiyle de çok iyi anlaştım ve sevdim. Gitmelerine de üzülüyorum elbette. Neyse, bu fotoğrafı da buraya koyuyorum ki yıllar sonra ömrüm olur da yaşarsam dönüp bakayım ne de güzel günler olduğunu kendime hatırlatayım. Malzemem insan ve hikayeler işte...
18 Haziran 2017 Pazar
hafıza
Fil hafızam beni öldürücek. Neden çoğu şeyi hatırlıyorum? İnsan dört yaşında yalancı memeyi nasıl bıraktığını hatırlar mı? Ben hatırlıyorum. Hatırladıklarım içinde çocukluk arkadaşım Sariye de vardı. Çocukluk derken de sanırım 5-9 yaşları arasında... Çocukluğumun en belirgin yıldızıydı Sariye. Koca bahçede sabah başlar öğle yemeğini onlarda yer uçsuz bucaksız çocukluğumuzun keyfini çıkartırdık. Sariyeler Osmaniye'den gelmişlerdi. Sariye Esmer kısa boylu çok konuşkan dışa dönük ve bıcır bıcır bir kızdı. İlk karanfillli kurabiyeyi onlarda yedim. Hatta Toyga çorbası adı verilen bir yemek olduğunu da. Aynı yemeği yıllar sonra market raflarında knorr hazır çorba köşesinde görecek ve şaşıracaktım. Toyga çorbası şahaneydi! Facebook çıkınca ilk iş Sariye'yi aramak oldu facebooktan. Çünkü anne babası tayin istemiş ve memleketlerine dönmüşlerdi ve araya uzunca bir zaman girmişti. Sariye'ye mesaj attım facebook'tan; ama beni hatırlamadı:) Kız benim anılarımda çok taze olduğundan ben ısrarla illa hatırlatıcam diye debelenip durdum. Sariye de baktım hatırlayamadıkça çok mahpçup oluyor ve üzülüyor... Dedim ki Sariye'cim üzülme, ben seni anlıyorum; ama şahane oyunlar oynadık küçükken ve sen benim en şahane çocukluk arkadaşımdım.Bir gülme bir de üzülme ikonu yazdı. Zavallı kızcağız kafayı yemiş olduğumu da düşünmüş olabilir tabii. Neyse, ekleşmedik ama ortak tanıdıklarından haberlerini alıyordum. Çok genç evlenmiş akabinde boşanmış ve boyu kadar oğlu varmış. Hemşire olmuş yine bıcır bıcır derken... Dün arkadaşlarla şahane bir yemek yedik ve o kadar güldük ki delice . Eve geldim açtım fcebooku ''Sariye arkadaşımız bir kaza sonrasında vefat etmiştir''yazıyor. Bendeki etkilerini yazmak saçma tabii...Üzüldüm çok. Hayat dolu bir insan olmaya devam etmiş yetişkinliğinde de aynen çocukluğundaki gibi. Annesi babası ve oğlu... umarım zaman ilaç olur bir şekilde. Kendisi de nurlar içinde yatsın... Bunlar çok klişe ama insana da iyi geliyor bir parça. Hayatta iyilikten güzellikten başka bir şey kalmıyor insanın yanında.
4 Haziran 2017 Pazar
Annemin bir halası vardı;uzaktan bir hala. Kızını çocuk yaşta kaybetmiş sonra da kocasını ...O sıralarda da durumlar artık nasılsa tek başına evinde yaşamayı mı tercih etmemiş annemin dayısının bir odasına sığınmış. Evin arka tarafında bir oda... Benim için kabus gibiydi oda. Aslında ferahtı. Bir yatak, bir gardrop güneş alan koca pencereler ve duvarda sert sert bakan Mehmet Akif Ersoy'a benzeyen bir adam;kaşlar çatık. Halanın babası;kadı baba. Kadıymış şimdinin hakimi. Biz annemle bu halayı çokca ziyaret ederdik. Beş kişilik evde hep kendi başına otururdu.Evin düzeni nasıldı o zamanki aklıımla buna çok dikkat etmemişim. Balkona çıkardı tek başına. Ben pencereden bakarken onu dalgın dalgın omuzları düşük denize baktığını hatırlıyorum. En fazla 65 75tir o sıralarda diye düşünüyorum. Denize gidilirdi, video player olması sebebiyle hep o evde toplanılırdı, kapı önlerine çıkılırdı;ama o öyle arka odasında otururdu. Bazen okuldan gelirken pencere kenarında otururduğunu görürdüm. Bir yerlerden dönerken mahalleye girişte sizi karşılayan yaşlılar vardı;pencere kenarlarında oturur, uzun uzun bakar belki bir kısmı da tesbih çekerdi?Bir dönem çocuk genç olmuşlardı, çocuklarına köfte yapmışlar denize götürmüşlerdi. Benim için yeni yeni başlayan hayat onlar için çoktan bitmişti de şalter kapanmış ölüm bekleniyor gibi. Şimdi mahallede pencere önünde karşılama yapan yaşlı da kalmadı. İnşallah kimse de kendini öyle bir yaşlılığa mahkum etmez. Neyse bu hala'yı nereden hatırladım? Geçen annemle konuşurken dedim ki, beni hep birşeyler aldırmaya yollardı ve katiyen para üstünü geri almazdı. Ben para üstünü verince ''Ay o ne, istemem ben istemem. Sen şeker alırsın '' derdi.Bana verirdi. Bir de öyle bi tatlılık vardı mahallede genel olarak. Şükür arsız olmadık. Benim için şahane zamanlardı; Salli Hala ve daha nicelerini böyle yavaş yavaş hatırlıyorum ve unutmamak için de yazmak istiyorum. Çocukluğumda yaşlı insanlarla çok arkadaşlık ettim. Güzel güzel beni dinlediklerini hatırlıyorum, gülümseyerek. Huzur içinde uyusunlar
27 Mayıs 2017 Cumartesi
Nasıl evde kaldım?
Eskiden trt'de aynı isimli bir dizi oynardı. Başrollerinde de Lale Mansur vardı. Bayılırdım. Geçen internette görünce eski bölümlerini seyre daldım. Sonra buraya ne yazatyım diye düşünürken neden evde kalma hikayemi yazmıyorum ki dedim? Sonra bunu tam olarak nasıl anlatacağımı bilemediğimden evde kaldığım gün yüzüne çıkınca eş dost tarafından ısrarla görüştürüldüğüm insanları yazarsam belki ben de biraz bu saçmalıkların üzerimde yarattığı etkiden kurtulurum dedim.
Yaşım 37 olduğuna göre tahmin edersiniz ki bu yaşa kadar birçok insanla görüşme ihtimali vuku bulmuştur. Kimisine tamam dedim, kimisinden koşa koşa kaçtım. Evet deme kriterlerim mesleğine yaşına başına göre değildi. Tamamen o anki durumuma göre. Geçen kuzenim bana janjanlı bir fotoğrafını yolla deyince de artık bu işlerden tamamen sıkıldığımı ve kesinlikle seçiçi durumunda bile olamayacağımı anladım. Fotoğraf benimle buluşması planlana zat'a gönderilicek ve eğer beğenirse benle görüştürülecekti. Tam bir kafa bozulması yaşadım ve kibar bir dille kuzenime bu işleri bıraktığımı dile getirdim. Tam da kibar değil ama isyankar bir şekilde de olabilir. Şimdi karışık anlatıcam. Benim en favori hikaye olan kekeleyen adamla başlayabilirim.
30 yaşlarındayım o sıralar. Çok ileri düzeyde de bir Norveçli'den hoşlanıyorum. Aslında adamın tipinde birşey yok. Görseniz çoğu arkadaşımın dediği gibi bu düşük omuzluyu nerden buldun diyebilirsiniz? Ama kibar,anlayışlı,ortamlarda millete hava basıcam diye senin üstüne çıkmıyan, içki içmedin diye seni tutucu sınıfına sokmayan biriydi. İşte çok temel değerleri özellikleri olan bi insan. Üstüne bir de komik falan olunca. Gelgör ki olacak iş değildi. Nişanlıydı ve sonradan öğrendiğime göre kendisine ne kadar yanık olduğumu anlattığım Amerikalı şırfıntı da ondan hoşlanıyordu ve kimbilir benim hikayeleri adama nasıl yumurtluyordu. Tam bu sırada kuzenimden bir telefon aldım. Onun babadan kuzeninin kuzeni olan Amerika'da yaşayan Boğaziçinde iki bölüm bitirmiş kuzeninden bahsetti. Ben Amerika'da asla yaşamam dedim. O da zaten Türkiye'ye dönecekti... Neyse, kuzenim deli misin Amerika'ya gidersin dedi. İşte benim kuzenin beni ne kadar tanıdığı ortadaydı. Yalnız dedi çok küçük bir şey var. Konuşurken arada takılıyor. Olabilir dedim. Takılıyo diye buluşmayacak mıydım? Güldüm...
Buluşma günü iki dirhem bir çekirdek gittim. Kadıköy'de Baylan'da buluştuk. Neyse kapıda karşılaşıp içeri girince takılmak ne kelime adamın konuşamadığını farkettim. Şimdi kırk yaşında adam ve ben de kimsenin nefesini güzelliğimle kesecek bir kız değilim. Aşırı heyecanlandığını sanmıyorum ama bariz bir kekeleme ve bir cümleyi üç dakikada kurmayı başaramama gibi bir özelliği vardı. Kendime kuzenime ve karşıdaki adama kızma sarmalında gittim geldiöm. Bir yandan da aşırı ağlamak istiyordum. Kendimi şu şekilde kurban psikolojisine sokmadan da geri kalmadım. Sevdiğim bana yüz vermiyordu ve benim de şansıma düşen işte bu adamdı. Neyse ordan kalktık kitapçıya... Yardım etmek istiyorum, izin vermiyor. Herkese yetişmeye çalışan görevliyi yirmi dakika tutuyordu. Görüştükten sonra ben bir ağlama krizine girdim. Bi yandan ne yani adam takılıyor diye biriyle olmaya hakkı yok mu, ben bu kadar hain bir insan mıyım diyorum. Diğer yandan da ama insan açık olur söyler sarkacında gittim geldim.
Kuzenime söyledim çok bozuldu. O da bilmiyormuş bu derece konuşamadığını. Facebook'a eklemişti kabul ettim. Altı ay sonra bi baktım kucağında sarı bir çocuk. Çok şaşırdım. Açtım kuzenime telefonu. Meğerse beyefendinin Amerika'da sevgilisi varmış. Kızı terketmiş ve kendini o gazla Türkiye'ye atmış ve yine meğerse kız üç aylık gebeymiş o sırada. Bu da bebeği kabul edeceğini ama kızla kesinlikle evlenmeyeceğini kendisine beyan etmiş. Benle buluşırken zaten hlihazırda bebek bekliyormuş adam. Şaşırdım ama adam adına da sevindim ve bana biraz düzenbaz hissi verdiği için de dakikasında sildim facebookumdan. Sonra Norveçli evlendi falan bu arkadaş da arkada soru işaretleri bırakarak,nasıl İngilizce konuşup bir sevgili yapmıştı mesela- eş dost ortamına hikaye oldu.
Yaşım 37 olduğuna göre tahmin edersiniz ki bu yaşa kadar birçok insanla görüşme ihtimali vuku bulmuştur. Kimisine tamam dedim, kimisinden koşa koşa kaçtım. Evet deme kriterlerim mesleğine yaşına başına göre değildi. Tamamen o anki durumuma göre. Geçen kuzenim bana janjanlı bir fotoğrafını yolla deyince de artık bu işlerden tamamen sıkıldığımı ve kesinlikle seçiçi durumunda bile olamayacağımı anladım. Fotoğraf benimle buluşması planlana zat'a gönderilicek ve eğer beğenirse benle görüştürülecekti. Tam bir kafa bozulması yaşadım ve kibar bir dille kuzenime bu işleri bıraktığımı dile getirdim. Tam da kibar değil ama isyankar bir şekilde de olabilir. Şimdi karışık anlatıcam. Benim en favori hikaye olan kekeleyen adamla başlayabilirim.
30 yaşlarındayım o sıralar. Çok ileri düzeyde de bir Norveçli'den hoşlanıyorum. Aslında adamın tipinde birşey yok. Görseniz çoğu arkadaşımın dediği gibi bu düşük omuzluyu nerden buldun diyebilirsiniz? Ama kibar,anlayışlı,ortamlarda millete hava basıcam diye senin üstüne çıkmıyan, içki içmedin diye seni tutucu sınıfına sokmayan biriydi. İşte çok temel değerleri özellikleri olan bi insan. Üstüne bir de komik falan olunca. Gelgör ki olacak iş değildi. Nişanlıydı ve sonradan öğrendiğime göre kendisine ne kadar yanık olduğumu anlattığım Amerikalı şırfıntı da ondan hoşlanıyordu ve kimbilir benim hikayeleri adama nasıl yumurtluyordu. Tam bu sırada kuzenimden bir telefon aldım. Onun babadan kuzeninin kuzeni olan Amerika'da yaşayan Boğaziçinde iki bölüm bitirmiş kuzeninden bahsetti. Ben Amerika'da asla yaşamam dedim. O da zaten Türkiye'ye dönecekti... Neyse, kuzenim deli misin Amerika'ya gidersin dedi. İşte benim kuzenin beni ne kadar tanıdığı ortadaydı. Yalnız dedi çok küçük bir şey var. Konuşurken arada takılıyor. Olabilir dedim. Takılıyo diye buluşmayacak mıydım? Güldüm...
Buluşma günü iki dirhem bir çekirdek gittim. Kadıköy'de Baylan'da buluştuk. Neyse kapıda karşılaşıp içeri girince takılmak ne kelime adamın konuşamadığını farkettim. Şimdi kırk yaşında adam ve ben de kimsenin nefesini güzelliğimle kesecek bir kız değilim. Aşırı heyecanlandığını sanmıyorum ama bariz bir kekeleme ve bir cümleyi üç dakikada kurmayı başaramama gibi bir özelliği vardı. Kendime kuzenime ve karşıdaki adama kızma sarmalında gittim geldiöm. Bir yandan da aşırı ağlamak istiyordum. Kendimi şu şekilde kurban psikolojisine sokmadan da geri kalmadım. Sevdiğim bana yüz vermiyordu ve benim de şansıma düşen işte bu adamdı. Neyse ordan kalktık kitapçıya... Yardım etmek istiyorum, izin vermiyor. Herkese yetişmeye çalışan görevliyi yirmi dakika tutuyordu. Görüştükten sonra ben bir ağlama krizine girdim. Bi yandan ne yani adam takılıyor diye biriyle olmaya hakkı yok mu, ben bu kadar hain bir insan mıyım diyorum. Diğer yandan da ama insan açık olur söyler sarkacında gittim geldim.
Kuzenime söyledim çok bozuldu. O da bilmiyormuş bu derece konuşamadığını. Facebook'a eklemişti kabul ettim. Altı ay sonra bi baktım kucağında sarı bir çocuk. Çok şaşırdım. Açtım kuzenime telefonu. Meğerse beyefendinin Amerika'da sevgilisi varmış. Kızı terketmiş ve kendini o gazla Türkiye'ye atmış ve yine meğerse kız üç aylık gebeymiş o sırada. Bu da bebeği kabul edeceğini ama kızla kesinlikle evlenmeyeceğini kendisine beyan etmiş. Benle buluşırken zaten hlihazırda bebek bekliyormuş adam. Şaşırdım ama adam adına da sevindim ve bana biraz düzenbaz hissi verdiği için de dakikasında sildim facebookumdan. Sonra Norveçli evlendi falan bu arkadaş da arkada soru işaretleri bırakarak,nasıl İngilizce konuşup bir sevgili yapmıştı mesela- eş dost ortamına hikaye oldu.
9 Mayıs 2017 Salı
Madrid'den haber var
Aslında günlerdir aklımda ''mahalle karılığından sıyrılmanın yolları''üzerine bir yazı yazmak vardı. Mahalle karılığı, şunun gibi, daha bilinçli değilken ya da çocukken istenmeyen sevilmeyen bir davranış biçiminin üstüne oturması ; mesela çok meraklı olmak, bazen birden parlamak, herşeyi kişisel almak( özellikle de bu). Bu huylarımın özellikle hiç mahalle karılığı özelliği göstermeyen insanların yanında daha bir farkına varır ve de utanırım. Ama bunun hakkında yazmayacağım...
2010 yılında ilk öğrencim olarak Madridli bir kıza ders vermeye başlamıştım. Beni sevgilisiyle craiglist'te bulmuşlardı. Ümraniye'nin bir köşeciğinde oturduklarını ve Cris'in en kısa zamanda Türkçe öğrenmesi gerektiğini söylediler. Cris'i nasıl tarif edeyim bilemiyorum. Uzun boylu, bu arada annesi eski manken,son derece gösterişli çok güzel cana yakın bir kız. Tamam dedim. Cris'in sevgilisi dışarıda buluşmaya müsaade etmediği için evlerine gitmem gerekiyordu. Ona da tamam dedim. Bir ara sevgilisi kahve almaya gittiğinde kırık Türkçesiyle, ben sana anlatıcam herşeyi tamam mı,biz iyi insanlarız evde birşey yapmayız dedi. Dakikalarca güldüğümü hatırlıyorum.
Cris sonra hikayesini anlatmaya başladı. Çok kıskanç bir babası olduğundan ve bu nedenle anne babasının ayrıldığından bahsetti daha o çocukken. Babası yıllarca annesi geri döner diye beklemiş, ama umduğunu bulamayınca yeni bir kadın bulmakta da gecikmemiş. Bütün bunlardan çok bıkmıştım dedi Cris. On sekiz yaşım bittiği gün İngiltere'ye gitmeye karar verdim dedi. Hatta annem babam biraz sevinmiş gibi gelmişti o zamanlar,diye ekledi. Londra'ya varır varmaz tabii ki kaldığı öğrenci hostelında genç bir Türk delikanlıyla karşılaşmış. İlk başta oğlana pas vermezken sonraları gördüğü ilgiye kayıtsız kalamamış. Ailemi unuttum, İspanya'yı unuttum varsa yoksa oydu dedi. Yirmi yaşına kadar Türk oğlanla yaşamış Evlenme planları, hatta Cris yavaştan Türkçe öğrenmeye başlamış. Ha şunu da ekleyeyim; domuz eti yememeye, şarap içmemeye ve dinini de bir kenara bırakmaya çoktan razı; öyle körkütük. Oğlanın okulu bitmiş ve demiş ki Cris, seni şu şu tarihlerde bekliyorum İstanbul'dan alıcam. Cris uçağa bindi binecek ve çat bir telefon Türk'ten, gelme sakın ben evleniyorum diye uyarmış. Buraya gelip de vakit kaybetme seni havaalanından almayacağım demiş.. Cris de uçağa binmiş ama bu kadar da olmaz diyerek şaşkınlıkla ama bi yandan da umutla. Tabii ne alan ne soran...İstanbul'a ilk defa gelmiş bir kız çok kararlı kesinlikle kalacak ve kafasında sevgilisiyle kesinlikle barışmak var.
Craiglist'te de işte Ümraniye'deki bu ücra evi bulmuş. Mekan bilmiyordum ve evin içi pırıl pırıldı dedi. Kaldığı otelden de almaya gelen de şimdiki sevgilisi. Kızı görüyor ilk görüşte aşk kendi deyimiyle. Cris değil diğer Türk çocuk aşık o zaman. Ama Cris o kadar depresyondaki odasından günlerce çıkmıyormuş. Sonra dedi baktım olmuyor ve çok kötüyüm kendimi Ahmet'e bıraktım. Ben ilişkinin öyle bir noktasına denk geldim ki oğlan hafiften Cris'i tırtıklamaya başlamıştı. Yukarıda bahsettim mi bilmiyorum inanılmaz varlıklıydı Cris'in ailesi. Cris günlerce ders parasını veremiyordu,utanıyordu ve kendisinin de artık kirayı ve alışverişi tek başına yaptığını ağzından kaçırdı. Olay yine tersine dönmüştü. Ve tüm gün evde hapisti. Son derece kıskanç bir sevgili ile. Anne babası işte o anda Cris'le ilgilenmeye başladılar;sevgiyle ve büyük ihtimalle korkuyla. Annesi babasıyla konuşmaya başladı Cris. Ben de şu andaki kafamla asla yapmayacağım konuşmalar yapmaya başladım kızla. Sevgilisi bilse öldürürdü herhalde. Git Cris, burda durma diye diye. Bir gün zırıl zırıl telefonum çaldı. Gül ben Madrid'e gidiyorum ve ama gelicem tamam mı canım benim diyerekten. Gitti. Cris'ten tam yedi sene hiç haber almadım. İki gün evvele kadar. Onu da yazıcam ama sıkıldım yazmaktan şimdilik. Okumadan post ediyorum bunu
2010 yılında ilk öğrencim olarak Madridli bir kıza ders vermeye başlamıştım. Beni sevgilisiyle craiglist'te bulmuşlardı. Ümraniye'nin bir köşeciğinde oturduklarını ve Cris'in en kısa zamanda Türkçe öğrenmesi gerektiğini söylediler. Cris'i nasıl tarif edeyim bilemiyorum. Uzun boylu, bu arada annesi eski manken,son derece gösterişli çok güzel cana yakın bir kız. Tamam dedim. Cris'in sevgilisi dışarıda buluşmaya müsaade etmediği için evlerine gitmem gerekiyordu. Ona da tamam dedim. Bir ara sevgilisi kahve almaya gittiğinde kırık Türkçesiyle, ben sana anlatıcam herşeyi tamam mı,biz iyi insanlarız evde birşey yapmayız dedi. Dakikalarca güldüğümü hatırlıyorum.
Cris sonra hikayesini anlatmaya başladı. Çok kıskanç bir babası olduğundan ve bu nedenle anne babasının ayrıldığından bahsetti daha o çocukken. Babası yıllarca annesi geri döner diye beklemiş, ama umduğunu bulamayınca yeni bir kadın bulmakta da gecikmemiş. Bütün bunlardan çok bıkmıştım dedi Cris. On sekiz yaşım bittiği gün İngiltere'ye gitmeye karar verdim dedi. Hatta annem babam biraz sevinmiş gibi gelmişti o zamanlar,diye ekledi. Londra'ya varır varmaz tabii ki kaldığı öğrenci hostelında genç bir Türk delikanlıyla karşılaşmış. İlk başta oğlana pas vermezken sonraları gördüğü ilgiye kayıtsız kalamamış. Ailemi unuttum, İspanya'yı unuttum varsa yoksa oydu dedi. Yirmi yaşına kadar Türk oğlanla yaşamış Evlenme planları, hatta Cris yavaştan Türkçe öğrenmeye başlamış. Ha şunu da ekleyeyim; domuz eti yememeye, şarap içmemeye ve dinini de bir kenara bırakmaya çoktan razı; öyle körkütük. Oğlanın okulu bitmiş ve demiş ki Cris, seni şu şu tarihlerde bekliyorum İstanbul'dan alıcam. Cris uçağa bindi binecek ve çat bir telefon Türk'ten, gelme sakın ben evleniyorum diye uyarmış. Buraya gelip de vakit kaybetme seni havaalanından almayacağım demiş.. Cris de uçağa binmiş ama bu kadar da olmaz diyerek şaşkınlıkla ama bi yandan da umutla. Tabii ne alan ne soran...İstanbul'a ilk defa gelmiş bir kız çok kararlı kesinlikle kalacak ve kafasında sevgilisiyle kesinlikle barışmak var.
Craiglist'te de işte Ümraniye'deki bu ücra evi bulmuş. Mekan bilmiyordum ve evin içi pırıl pırıldı dedi. Kaldığı otelden de almaya gelen de şimdiki sevgilisi. Kızı görüyor ilk görüşte aşk kendi deyimiyle. Cris değil diğer Türk çocuk aşık o zaman. Ama Cris o kadar depresyondaki odasından günlerce çıkmıyormuş. Sonra dedi baktım olmuyor ve çok kötüyüm kendimi Ahmet'e bıraktım. Ben ilişkinin öyle bir noktasına denk geldim ki oğlan hafiften Cris'i tırtıklamaya başlamıştı. Yukarıda bahsettim mi bilmiyorum inanılmaz varlıklıydı Cris'in ailesi. Cris günlerce ders parasını veremiyordu,utanıyordu ve kendisinin de artık kirayı ve alışverişi tek başına yaptığını ağzından kaçırdı. Olay yine tersine dönmüştü. Ve tüm gün evde hapisti. Son derece kıskanç bir sevgili ile. Anne babası işte o anda Cris'le ilgilenmeye başladılar;sevgiyle ve büyük ihtimalle korkuyla. Annesi babasıyla konuşmaya başladı Cris. Ben de şu andaki kafamla asla yapmayacağım konuşmalar yapmaya başladım kızla. Sevgilisi bilse öldürürdü herhalde. Git Cris, burda durma diye diye. Bir gün zırıl zırıl telefonum çaldı. Gül ben Madrid'e gidiyorum ve ama gelicem tamam mı canım benim diyerekten. Gitti. Cris'ten tam yedi sene hiç haber almadım. İki gün evvele kadar. Onu da yazıcam ama sıkıldım yazmaktan şimdilik. Okumadan post ediyorum bunu
19 Nisan 2017 Çarşamba
yazı çizi
Çok uzun zamandır içinde de olmam nedeniyle öğrenme,öğretme işleri üzerine uzun uzun düşünüyorum. Hatta bazen düşünmek o kadar tatlı geliyor ki bir bakıyorum sınıf neredeyse havaya uçacak sesten, ben hala hülyalarda... Şaka tabii. Şaka yaptım. Kendimi yaptığım bir çok işte beğenmem, eksik bulurum. Yani laf olsun diye değil; ancak öğretmenliğimin bu on beşinci senesinde geriye baktığımda manalı işler de yapmışım aslında diyorum. Yani bir miktar beğeniyorum kendimi; ama düşünüyorum yine de. Ne düşünüyorum? İlk göreve başladığımda hadi ondan da geriye gidelim kendi öğrencilik yıllarımda bilgiye ulaşmak ne kadar zordu diyorum. Anlamadığım fen dersi için kaynak kitap arardım da sadece bir ya da iki yardımcı kitap bulurdum. Bahsettiğim yıllar 1992-1993,ortaokul yıllarım. Öğretmen hazineydi. O zamanki öğretmenlerin belki ''Bu eşşoğlu eşşek beni dinlemiyor, tabii yapamaz''demeye bir parça hakkı da vardı sanırım. Öğretmeni dinlemeyince zar zor bulunan yardımcı kitabı da alamamışsan eldeki dandik milli eğitim kitaplarından da kısıtlı öğreneceğin bilgiyle iki adım gidemiyordun. Hoca dünyanın afedersin ama en mandavalı da olsa dinliyordun. 21. yüzyılda ise öğretmenin aynı şeyden şikayet etmesini çok haklı bulmuyorum açıkçası;çünkü bilgiye ulaşmak çok kolay. Öğrenci senin bilmediğini ve nasıl olsa öğretmensin diye araştırmaya tenezzül etmeyeceğin şeyi buluyor,öğreniyor. Sen hala kendi öğretmeninin sana anlattığı gibi ders anlatıyorsan çocuk seni ne etsin. Yüz yirmi karakterle dünya değişiyor. O zaman sana ne gerek var değil mi? Gerçekten.Geçen hafta simple past tense öğretirken öğrencilere kendimi gerizekalı gibi hissettim. Öte yandan da zavallı. Bunu böyle öğretmesem çocuk sınavda birşey yapamayacak;ama bana izin verse sistem uzun vadede o yapıyı kullanmasını sağlıycam,yavaş yavaş... ama hayır illa da hemen ölçülücek. Üstelik altmışlık,yetmişlik de yetmeyecek. Doksanlık ölçecek. Şimdi bunun adı öğrenme mi? Asla... Bana kalırsa öğretilen bir şeyi bir ay sonra ölçmek sistemin benden istediği şekilde olmaz. Çocuk simple past'ı kullanarak paragraf yazar,soru sorar, zamanın niyetini anlar, oh tamam derim;bu işin devamı gelicek.
Bu arada eleştirdiğim öğretmen kişisin de ben de varım. Kendimi bir kenara koymadım; ama değişmek değiştirmek istiyorum.İngilizce öğretemeyen İngilizce öğretmeni lanetinden de kurtulmak istiyorum. Otuz sene çalışıcaksam en azından ömrümüz izin verirse önümüzdeki on beş sene de gerçekten öğretelim arzu ediyorum. Sağolsun japonkedi'den aldığım çeşit çeşit çay paketleriyle daha evvelden de yaptığım gibi bir yazma hareketi başlatıcam öğrencilerle. Çayları içip fikirleri paylaşıcaklar. Ne kadar sürdürebilicem, bunun yanında yaşadığım depresif haller ne kadar izin vericek görücez. İnşallah daha iyi yarınlara. Muahs
Bu arada eleştirdiğim öğretmen kişisin de ben de varım. Kendimi bir kenara koymadım; ama değişmek değiştirmek istiyorum.İngilizce öğretemeyen İngilizce öğretmeni lanetinden de kurtulmak istiyorum. Otuz sene çalışıcaksam en azından ömrümüz izin verirse önümüzdeki on beş sene de gerçekten öğretelim arzu ediyorum. Sağolsun japonkedi'den aldığım çeşit çeşit çay paketleriyle daha evvelden de yaptığım gibi bir yazma hareketi başlatıcam öğrencilerle. Çayları içip fikirleri paylaşıcaklar. Ne kadar sürdürebilicem, bunun yanında yaşadığım depresif haller ne kadar izin vericek görücez. İnşallah daha iyi yarınlara. Muahs
3 Nisan 2017 Pazartesi
Farklı yapmak bir şeyleri
Geçen kuzenimle konuşurken dedi ki, ''Tenisi hep aynı stil oynuyordum alışılmış basit hareketler; egzersiz diye yapıyordum işte... İki gün önceye kadar... Ayağım hafif kayınca atışı farklı bir yöne yapmak zorunda kaldım ve oyunda o kadar çok şeyi değiştirdi ki...Ha bu arada ayağım kaymasa asla da o yöne doğru itemezdim topu. Buradan gazla şu noktaya geldim; bir şeyleri yaparken hep aynı istemediğin sonuçları alıyorsan o zaman başka bir noktadan vuruş yap''. Off evet dedim. Ne kadar doğru...ama o topa o farklı vuruşu yapmaktan alıkoyan ne? Durun!! hemen korkular klişesine düşmek istemiyorum. Tamam o da var ama ondan sonra gelen rahata alışmak, düşünmek istememek, kolaya kaçmak yani tembellik diyeyim ben size. Son birkaç aydır çok çok tembelim.Okulda zaten sorumluluklar iş yükü aldı başını gidiyor da onun dışında yapmam farklı yapmam gereken her şeyi sallar oldum. Bir Ayşe Arman olamıyorum. Kadın pıtı pıtı her şeye nasıl yetişiyor; durmadan durmadan? Ayşe Arman iyi bir örnek olmuş mudur emin değilim gerçi ; ama bu sıralar bir şeyleri farklı yapıp sonuçlarına bakmak üzerine çok çok düşünür oldum. Kimisini başarıyor kimisinde yine eski klişelerime düşüyorum.
13 Mart 2017 Pazartesi
12 Şubat 2017 Pazar
Enişteniz
Şu zamana kadar hiç böyle bir ''post''yapmamıştım . Her şeyin ilki varmış. Ryan Gosling'de Anadolu'nun bağrından kopmuş ama okumuş büyük mevkilere gelmiş adam tipi yok mu ya? :) Bir noktadan sonra attım tabii de... Cidden al yanaklı anası yanlış yatırmaktan yamulmuş kafa sahibi, ince sarı bıyıklı bir genç gibi adeta. Beğeniyor muyum? Hem de nasıl?
6 Şubat 2017 Pazartesi
ne yazam?
Uzun zamandır buralara geliyorum yazılanları okuyorum sonra bir şeycikler yazmadan kapatıyorum. Okul bir noktada rutine bağlıyor. En son Fransız öğrencimle olanları yazabilirim belki... Sevdiğim bir Fransız öğrenim vardı ama adam Türkiye'nin son durumlarından dersleri bırakmak istedi. Çok umutsuzum ve yaza gitmeyi düşünüyorum.Acaba bıraksam mı falan derken( ki ders saatleri de tükenmişti tabii)... Ben de dedim ki sen bu fikirle savaşma bence,hayat kısa. Bırakıcaksan da bırak. Üstünde düşünmeye değecek birşey değil. Çünkü bir yandan da adamın başarısız oldukça konuşmakta ''Aslında benim bu dili çok da öğrenmeme gerek yok,biliyorsun''lafları içime basmaya başlamıştı. Tek kelime konuşmaya çalışmadan gramer'de gösterdiği başarıya da sahtekarca alkış tutamayacaktım. Adam benden çok memnundu. Ayrı ayrı dersler hazırlıyordum, özeniyordum. Neyse ben buna bırak yani ne düşünüyorsun, banka için karar mı alıyorsun yanee derken adam bıraktı dersleri. Bana çok çok teşekkür ederekten ve bir yemek davetini kabul etmem konusunda ısrarcı olaraktan ... Benim de adamdan şöyle bir isteğim oldu; bana bir değerlendirme yazısı yazmasını istedim. Hem ona hem de asistanına hatırlattım. Bir hafta sonra asistanı beni yemekten birkaç saat önce arayıp yemeğe gelip gelmeyeceğim konusunda bir teyit istedi ve blue Hanım, Fransız bey size bir değerlendirme yazısı yazmayacak çünkü daha önceki öğretmenleri için yazmamış. Ben o sırada o düşen suratı nasıl topladım bilemiyorum. İyi de dedim. Bu çok basit birşey. Ben her çalıştığım kişiden isterim, şu ana kadar bir problem yaşamadım. Ama ama o yapmamış ik'ya sormuşlar. Onlar da anlamamış...Öfff dedim. İiçimden mi dışımdan mı emin olamıyorum çünkü kadın ben size yardımcı olmaya çalışıyorum dedi.Neşem hevesim kaçtı. Neticede o yemeğe gitti.Adam da inanılmaz nazikti. Birşey demedim. Ne diyeyim?Zaten asistanı aracılığıyla iletişim kurmuş benle. Adama en son bu ofiste temizlikçi olmak beni mutlu ederdi ve keşke annem babam beni 14 ümde evlendirselerdi daha mutlu olurdum muhabbetimi çektim. Adamın yüzüme şaşkın bakışını ve bin beş yüz kere ciddi misin kafa mı buluyorsun diye soruşunu eklemeyi de unutmayayım. Neyse şöyle eğitimlisin böyle akıllısın diye iltifatımı aldım ama o surat o gün düştüğü yerden kaldıramadı kendini.
5 Ocak 2017 Perşembe
Senenin son yazısını yazmazsam olmaz. Enteresan bir yıldı, kayıp ve şükür dolu... Gidenleri sık sık hatırladığım hatıralarıyla yeşerdiğim, yeni insanlarla tanıştığım şaşırdığım şaşırttığım yeni şeyler öğrendiğim bir yıldı. Bağımlılıklarımla da vedalaştığım bir yıl oldu; aşk meşk mevzularında. Meğer bu yıla nasipmiş bazı alışkanlıkların sevgi sandığım duyguların bitmesi de...
Pazartesi akşamı işten döndüğümde kapımda kocaman bir Japonya'dan paketiniz var, en kısa zamanda postaneden teslim alınız kağıdı gördüm. Bir an Japonya ile tek bağımın Yugo olduğunu düşündüm ama onun o taraklarda bezi olmadığını hemen hatırladım. Online ders verdiğim Rus bir öğrencim Japonya'da yaşıyor. Adı da Güzel. Hesabıma para yatırmak için adresimi almıştı ama yine de uzak bir ihtimal gibi geldi bana hediye durumları. Postanede kadın paketi bulamadıkça bana daral geldi tabii. Hatta bri ara arkadaş öğleden sonra gelicek o zaman gelin diyerek beni yollayacak oldu. Bir saniyeliğine bakışlarımız çakışınca paketi aramaya devam etti; buldu. Ben oracıkta paketi açmaya başladım. Bu arada memur iki kadın da beni takip ediyor. çok sevinmiş olmalıyım ki genç olanla göz göze gelince kadın neşeyle ''Çok mutlu görünüyorsunuz''dedi. O heyecanla üstüne çay dökülmüş masaya şalımı koymuşum, elime aldığımda sular akıyordu.
Paketten güzel bir Japon takvimi ve şekerlemesi çıktı. Kısacık bir notla da talandırmıştı Güzel hediyesini.
O haftanın cumartesi günü Marie'yle buluştuk ve uzun uzun kahvaltı yaptık. Marie de bana iki tane tasarım diyebileceğim güzellikte mumluk ve bir roman almış İsveç'ten. Pek sevindim tabii... Hediye alınca aşırı seviniyorum. Kadın o halimi görünce Paşabahçe'den de hiç kullanmadığım hediye ekim var inan kullanmıyorum. Lütfen bunu al ve annene birşeyler seç dedi. Afferdersiniz ayıca onun da üstüne çöktüm.
O gün Marie'yle olan güzel muhabbetin ardından kendime bir yeni yıl dilekleri listesi hazırlamaya karar verdim ama bi noktada aşırı derecede sıkıldım ve bıraktım.
Bu sene değişik bir şeyler yapayım diyorum.Mesela gitgide beni ele geçirmeye başlayan sosyal medya bağımlılığına son vereyim. Daha çok kitap okuyayım,yazayım. Daha akıcı daha ilginç... Kafamda olan hikayeleri kaydedeyim...İnşallah.
Yeni yılın son günleri beni üzen olaylardan biri de ''Married to Turkish man but still happy''grubundan çıkarılmam oldu. Bu grup yabancı özellikle İngiliz kadınlar tarafından kurulmuş, hala bir Türk erkeğiyle evli ama sanılanın aksine de hala mutlu olanların grubu. Ben yabancı bir arkadaşımın gruba üye olmasıyla olaya uyandım, iki sene önce üye oldum. Bu grupta neler yok ki? İngiltere'nin sayfiyesinden gelmiş Batman'da kayınvalidesiyle oturup bazlama yapan mı dersin yoksa üç çocuğuyla gecekonduda yaşayan mı? Sürekli kayın kaynana şikayet eden, Türk kadınlarının çok beceriksiz ve çirkin olması nedeniyle eşleri tarafından seçildiğini düşünenler...Benim için adeta sosyolojik bir deney gibiydi sayfa. En son bu Türk erkekleri İsveç'te kendi halinde yaşayan altmış yaşındaki kadını bile baştan çıkarmışlardı ki kadın acaba eşimin arkadaşları beni çok güzel buldukları için mi yoksa param için mi diye soru soruyordu. Sanıyorum Türk olmam nedeniyle bu gruptan atıldım. Oysa ki uykusuz gecelerimin baştacıydı bu grup.
Umuyorum bu sene yine şükür dolu sağlık dolu bir yıl olsun. Artık kalbim dolsun seveyim sevileyim. Sevdiklerimle dha çok vakit geçireyim. Dilerim tüm sevdiklerim de...
O haftanın cumartesi günü Marie'yle buluştuk ve uzun uzun kahvaltı yaptık. Marie de bana iki tane tasarım diyebileceğim güzellikte mumluk ve bir roman almış İsveç'ten. Pek sevindim tabii... Hediye alınca aşırı seviniyorum. Kadın o halimi görünce Paşabahçe'den de hiç kullanmadığım hediye ekim var inan kullanmıyorum. Lütfen bunu al ve annene birşeyler seç dedi. Afferdersiniz ayıca onun da üstüne çöktüm.
O gün Marie'yle olan güzel muhabbetin ardından kendime bir yeni yıl dilekleri listesi hazırlamaya karar verdim ama bi noktada aşırı derecede sıkıldım ve bıraktım.
Bu sene değişik bir şeyler yapayım diyorum.Mesela gitgide beni ele geçirmeye başlayan sosyal medya bağımlılığına son vereyim. Daha çok kitap okuyayım,yazayım. Daha akıcı daha ilginç... Kafamda olan hikayeleri kaydedeyim...İnşallah.
Yeni yılın son günleri beni üzen olaylardan biri de ''Married to Turkish man but still happy''grubundan çıkarılmam oldu. Bu grup yabancı özellikle İngiliz kadınlar tarafından kurulmuş, hala bir Türk erkeğiyle evli ama sanılanın aksine de hala mutlu olanların grubu. Ben yabancı bir arkadaşımın gruba üye olmasıyla olaya uyandım, iki sene önce üye oldum. Bu grupta neler yok ki? İngiltere'nin sayfiyesinden gelmiş Batman'da kayınvalidesiyle oturup bazlama yapan mı dersin yoksa üç çocuğuyla gecekonduda yaşayan mı? Sürekli kayın kaynana şikayet eden, Türk kadınlarının çok beceriksiz ve çirkin olması nedeniyle eşleri tarafından seçildiğini düşünenler...Benim için adeta sosyolojik bir deney gibiydi sayfa. En son bu Türk erkekleri İsveç'te kendi halinde yaşayan altmış yaşındaki kadını bile baştan çıkarmışlardı ki kadın acaba eşimin arkadaşları beni çok güzel buldukları için mi yoksa param için mi diye soru soruyordu. Sanıyorum Türk olmam nedeniyle bu gruptan atıldım. Oysa ki uykusuz gecelerimin baştacıydı bu grup.
Umuyorum bu sene yine şükür dolu sağlık dolu bir yıl olsun. Artık kalbim dolsun seveyim sevileyim. Sevdiklerimle dha çok vakit geçireyim. Dilerim tüm sevdiklerim de...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)