Şeytanın bacağını kırıyor muyum ne? Şu cümleyi yazar yazmaz, bu da ne demek diye kendime sordum. İnsan üç bilemedin beş hediye aldı diye mi kırar şeytanın bacağını? Bilemedim. Benim ki sadece bir temenni. Yazarsam sanki gerçekleşir gibi! Öyle çorbadan işte! Yalancıktan! Bu kafada devam edelim şimdi.
Noel bana yaradı. Her gittiğim evde kekler börekler, hediyeler, kartlar. Hani Türklerin ''ölümü gör bunu yemezsen'' ısrarı var ya, işte o yabancılarda Christmas zamanı vuku buluyor. Yemezsen darılırım. Bak bu özel kek, yılda bir kez yapılır. Bir yiyen bir de yemeyen pişman! Böyle böyle derken, dersler tabii ki daha da zevkli hale gelmeye başladı.
Ben de tüm öğrencilerime birer kart yazdım. İlk önce Türkçesi sonra da İngilizce çevirisi. Sonra da bu kart işini neden daha sık yapmıyoruz diye düşündüm kendi kendime. Yıllar evvel Selma'ya atmıştım Gorlitz'den, geçen bulmuş kartı tekrar okumuş. Ne güzel yazmışsın, dedi. Bana da çok iyi geliyor eski kartları okumak. Bu sene de kime yazdıysam çok mutlu oldu. Demek ki daha fazla yazıp kart atmalı.
Bu sene benim için tuhaf bir sene oldu. Kaybı ve kazancı eşit gibi. Anladım ki bir şey olmuyorsa olmuyor. Üzülmeye, sıkılmaya kendini dövmeye gerek yok. Değiştiremiyorsun, kabullen bir anlamda. Yeni yıldan yüce bir gönül ve kabulleniş bekliyorum. Güzel bağlayamadım, ama olsun. Bu da böyle bir yazı olsun.
30 Aralık 2012 Pazar
28 Aralık 2012 Cuma
Amerikan tarzı diyaloglar
Bir Türkçe dersi sonrası evlerimize dağılırken Amerikalı öğrencimle geçen diyalog.
M (öğrencim): Şimdi otobüse binmek zorundayım. Kendimi otobüse binerken çok tuhaf hissediyorum.
Ben: Nasıl tuhaf?
M: Ne bileyim! Çok fakir ve loosy
Ben: Aaa neden?
M: Çünkü Amerika'da otobüse fakirler biniyor. Hemen hemen herkesin arabası var. Araban yoksa eksik bir insansın . Bu sebeple kendimi otobüse binerken çok kötü hissediyorum.Sen?
Ben: Bilmem. Bunun üzerine pek düşünmedim sanırım.
22 Aralık 2012 Cumartesi
Haydi güle güle git!
Bu yıl geçen senelere
nazaran daha az yazı yazdım sanırım. Bakıp da saymış
değilim ama öyle bir duygu geldi içime. Aslında son birkaç ay hayatıma tempo
getirebilecek haberler ve teklifler aldım.
Birkaç hayalimin gerçekleşebileceği şeyler; hiç heyecan duymadım ve bunu havada kalmasın
diye ben de Maya takvimine bağladım. Bunu da kimseye demedim. Şimdi yeri geldi
diye söylüyorum. İnsanın
korktuğu şeylerin başına geldiğini daha iyi anladım bu sene. Sonunda ağlanıp dövünsem de insanlığa yakışır biçimde kabullenmeye
çalıştım. Önünde sonunda yaşam devam
ediyor. Benim kadar uzun bir şeylere yas
tutan da kalmadığını da vesilesiyle gözlemledim. Canımı yakanlar oldu. Belki biraz acıttıklarım...
İş güç meselesine gelince... Öğrencilerimi ne kadar çok sevsem de çoğu zaman kafayı yiyerek okula gittiğim de yalan değil. Bu ayrı bir yazı konusu olmalı. Öte yandan Türkçe öğretmenin hep yapmak istediğim iş olduğunu anladım . Ulus sırtlarında geç yaşlarda bir İtalyan- Fransız çifte gitmeye başladım haftada iki kez. Geçen hafta hasta gidince ne yapacaklarını şaşırdılar. Birinin elinde Gripin- yanlış yazmadım- birinin elinde adaçayı bana çocukları gibi baktılar. Her gidişimde de alt katlardan biri piyano çalmaya başlıyor , üst kattan da köpek sesi…Bu ikisi ekseriyetle aynı anda başlıyor. Düet başlayınca bi gülüşüyoruz sonra derse devam ediyoruz. Yaşlılarla süper anlaşıyorum.
Bu sene uzaklarda yaşayan dostlarımı daha çok özledim. Aileden, çevreden hasta haberleri almak beni düşündüğümden daha çok sarstı. Çocukluk arkadaşımla tekrar görüşmeye başladım. Bunu iyi bir haber olarak verebilirim belki. Bir grup arkadaş, Amerikalı kazığı da yedik bu arada. Hem de en Fullbrightlı’sından. Anladık ki Amerika kendi vatandaşına bursu verirken Türklerden beklediği ‘fullbright’’lığı beklemiyor. Para hesabı yapsın yeter. Toplaman çıkarman ya da üçkağıdın var mı mesela? Tamam geçebilirsin, Türkiye’ye medeniyet götür der gibi. Şu klişeyi de çok çok özür dileyerek yazıyorum; içimdeki çocuğun bu sene gerçekten hakkın rahmetine kavuştuğunu üzülerek izledim( Bu arada değişiklik olsun diye Hakk’ının rahmeti dedim). Bitmek tükenmez bu kız/erkek iyidir aslında kafası azalarak değil birden bire bitiverdi. Onun yerini ay bu ne domuzdur aslında aldı. O baştan verilen krediler suyu çekti bir nevi.
İş güç meselesine gelince... Öğrencilerimi ne kadar çok sevsem de çoğu zaman kafayı yiyerek okula gittiğim de yalan değil. Bu ayrı bir yazı konusu olmalı. Öte yandan Türkçe öğretmenin hep yapmak istediğim iş olduğunu anladım . Ulus sırtlarında geç yaşlarda bir İtalyan- Fransız çifte gitmeye başladım haftada iki kez. Geçen hafta hasta gidince ne yapacaklarını şaşırdılar. Birinin elinde Gripin- yanlış yazmadım- birinin elinde adaçayı bana çocukları gibi baktılar. Her gidişimde de alt katlardan biri piyano çalmaya başlıyor , üst kattan da köpek sesi…Bu ikisi ekseriyetle aynı anda başlıyor. Düet başlayınca bi gülüşüyoruz sonra derse devam ediyoruz. Yaşlılarla süper anlaşıyorum.
Bu sene uzaklarda yaşayan dostlarımı daha çok özledim. Aileden, çevreden hasta haberleri almak beni düşündüğümden daha çok sarstı. Çocukluk arkadaşımla tekrar görüşmeye başladım. Bunu iyi bir haber olarak verebilirim belki. Bir grup arkadaş, Amerikalı kazığı da yedik bu arada. Hem de en Fullbrightlı’sından. Anladık ki Amerika kendi vatandaşına bursu verirken Türklerden beklediği ‘fullbright’’lığı beklemiyor. Para hesabı yapsın yeter. Toplaman çıkarman ya da üçkağıdın var mı mesela? Tamam geçebilirsin, Türkiye’ye medeniyet götür der gibi. Şu klişeyi de çok çok özür dileyerek yazıyorum; içimdeki çocuğun bu sene gerçekten hakkın rahmetine kavuştuğunu üzülerek izledim( Bu arada değişiklik olsun diye Hakk’ının rahmeti dedim). Bitmek tükenmez bu kız/erkek iyidir aslında kafası azalarak değil birden bire bitiverdi. Onun yerini ay bu ne domuzdur aslında aldı. O baştan verilen krediler suyu çekti bir nevi.
Yazdıklarımı şimdi
okuyunca bir olumsuzluk sezdim. Hep mi
olumsuzdu be Gül, diye kendi kendime sordum. Değildi, diye de cevap verdim. Bu yazının bir de içinde umut dolu olanını sene
bitmeden yazacağıma söz verdim kendi kendime
16 Aralık 2012 Pazar
7 Aralık 2012 Cuma
Bu kadınların çok güzel yaşlandıklarını düşünüyorum. En kötü filmde de oynasalar içimde tatminkar bir hisle sinemadan ayrılıyorum. Kate Winslet'a şişman falan diyorlar. Bu haliyle fevkalede doğal bence. Julie Delpy dersen kırk tarakta bezi var; ama Nil Karaibrahimgil gibi deği tabii. Yaptığı her şey izlenip dinlenesi. Isabelle Huppert, Juliette Binoche için zaten söyleyecek sözüm yok. Bu kadınlara överken bile belli bir ölçüde olası geliyor insanın.
29 Kasım 2012 Perşembe
22 Kasım 2012 Perşembe
Bile bile
12 Kasım 2012 Pazartesi
8 Kasım 2012 Perşembe
25 Ekim 2012 Perşembe
ÇÖZÜLÜŞ
Bayram tatili sebebiyle Ünye'ye geldim. Eski, ilk gözağrısı bilgisayarıma oturdum, karıştırdım. Sanki benim değil de bir başkasının bilgisayarı; o denli heyecan verici, meraklandırıcı hatta abartmayı sevdiğim için kışkırtıcı . Müzikler, eskiden dinlediğim gruplar, belgeler, öyküler, çeviriler....
Eskiden yaptığım bir şarkı sözü çevirisiyle burun buruna geldim; paylaşmazsam hatırı kalıcak. Başlığı Tori&Bjork. Belli ki ikisinin söylediği bir şarkı ama hiç hatırlamıyorum.
Eskiden yaptığım bir şarkı sözü çevirisiyle burun buruna geldim; paylaşmazsam hatırı kalıcak. Başlığı Tori&Bjork. Belli ki ikisinin söylediği bir şarkı ama hiç hatırlamıyorum.
ÇÖZÜLÜŞ…...
Uzaklardayken
Kendimi tamamlayamayan bu
yüreğim
Yavaş yavaş
Usulca
Yaşanmış serüvenler
diyarında
Kötü ruhların toplayıp götürdüğü aşkımızla
Masallar içinde
Terk etti bizi
Gitti
Geri dönmemek üzere
Asla geri gelmeyecek
Sen
Döndüğünde
Tekrar
Baştan
Aşkımızı
İnşa etmeliyiz
En azından sevgilim
Biz
İkimiz
Tekrar
22 Ekim 2012 Pazartesi
18 Ekim 2012 Perşembe
13 Ekim 2012 Cumartesi
Az laf çok iş...
DELIK DEŞIK
kirpi gibisin çocuk
her tarafın diken
kim elini uzatsa
delik deşik
üstelik
sen de kan içindesin
ATTİLA İLHAN
kirpi gibisin çocuk
her tarafın diken
kim elini uzatsa
delik deşik
üstelik
sen de kan içindesin
ATTİLA İLHAN
3 Ekim 2012 Çarşamba
Hayat da bunun gibi işte!
Bugün koridorda nöbet tutarken, gözlüklü ve hafif tombiş bir özel alt sınıf öğrencisi yanıma geldi, tuvalet nerede diye sordu. O kadar tatlıydı ki yanaklarımı iki elime alıp biraz sevdim. Tam tuvaleti işaret edecekken çocuk küçük gözlerini irice açarak sinirle ''Seni sikerim'' dedi. O anda beynimden aşağı dökülen kaynar suların yarattığı etkiyi hatırlamak istemiyorum, detaylıca anlatmaya dilim yetmiyor. Hala niye bu kadar çok sinirlenmiş olabileceğini düşünüyorum. Öğretmenine sordum neden olabileceğini, öğretmen anla işte der gibi gülümseyerek geçiştirdi durumu. İşte tam şu satırları yazacakken ben de benzetmenin, ajitasyonun gözüne vurup; '' Hayatta böyle değil mi be abi, çok seversen farklı şekillerde bu eylem başına gelmiyor mu?''yazmak istedim. Yazdım da... Tam olarak böyle olmasa da benzer tarafları var diyorum bu soruya cevap olarak. bu da öyle tuhaf bir şey işte.
30 Eylül 2012 Pazar
18 Eylül 2012 Salı
10 Eylül 2012 Pazartesi
Zaman oldu ziyan
Cumartesi günü eve dönerken metroya bindim. Gideceğim iki durak ama çevreyi kolaçan etmeden duramıyorum. Yanımda oturan adam cebinden hışırdatarak bir parça kağıt çıkarınca üstünde yazılanlara dikkat kesildim. Kağıdın üzerinde balık isimleri, miktarları ve fiyatları yazıyordu. Efendime söyliyeyim; tekir yazmışlar karşısına da fiyatı. Kağıdın en başında da şirket adı hanesinde aynen şu yazıyordu ''Zaman oldu ziyan''. Bir balıkçı şirketinin adı. Hemen cep telefonuma not aldım. Bir yandan üzerine düşünemeyecek kadar yorgunum ama vaad ettiklerini de kaçırmak işime gelmiyor. O dürtüyle hemen adamın ellerine ve yüzüne baktım anlamak için.gerçekten balıkçı olup olmadığını Hatta bir ara bu ismi kim koydu diye sormayı bile aklımdan geçirdim. Adam listeyi uzun uzun inceledikten sonra-kimbilir kaçıncı defa bakıyordu- tişörtünün cebine katlayıp koydu. Ben de adamı incelemek içindurağa gelmeden kalkıverdim. Adam güneşten açılmış sarı saçları ve güneşten iyice yanmış pembe suratını iki elinin arasına almış düşünüyordu. Rizeli bu Rizeli dedim . Havası öyleydi. Cebinden bir dakikada en az beş tane şaka çıkaracak gibi duruyordu. Öyle kanım ısındı adama. Sonra kendimce adama duyurmadan bu güzel adlı şirkete başarılar dileyip haldur huldur indim metrodan
23 Ağustos 2012 Perşembe
Üniversite sınavından bir gün evveldi sanırım, televizyonda Pandora'nın Kutusu adlı bir programa denk geldim. Tesadüf bu ya o günkü konu da ''aşk''mış. İyi dedim, kafamı dağıtırım. Bu arada saat de on bir annem babam iki de bir yanıma gelip yatmaya zorluyorlar ''Aferim Gül! Bütün çalıştıkların boşa gidicek, devam et yavrum'' diyip huzursuz ediyorlardı. Neyse dedim, burdan güzel bir şey çıkıcak. Aşk'a falan yeni yeni uyanıyorum o dönemler. Yaşıtlarını geriden takip edenlerdenim nitekim. Çok uzatmayayım bir süre insan toplanmış konuşuyorlar. Bir de evli çift var. Bu ikisi diyorlar ki biz on sekizimizde tanıştık, hemen evlendik ve çok mutluyuz; ama kadının suratı hiç öyle demiyor. Adam aşklarının yüceliğinden bahsederken sanki kadın bir anda çıkıp ''Beni aldatırken iyiydi'' diyecek gibi duruyordu. Program boyunca adam konuştu durdu. Kadına az söz hakkı verildi zaten; ama ben bile on sekiz halimle kadının için için mutsuzluğunu sezebildim. Programın sonuna gelindi. Hatta sunucu sonunda üniversite sınavına girecek adaylara başarılar diliyordu ki tüm program boyunca sessiz kalan o kadın söz almak istedi. Sunucu kadın şaşırdı, ''Efendim süremiz kısıtlı bir kaç cümleyle alalım, program bitmek üzere''dedi sıkıntıyla. Kadına döndü kameralar. Yüzü o kadar gergin ki zaman zaman gözlerinin sinirden seğirmesine engel olamıyordu. ''Ben erken evlendim, bunla da övünemem, gençlere tavsiyem on sekizinde evlenmemeleri. Çok insan tanısınlar.Benim kızım erken evlense kesinlikle ilk önce ben engel olurum''dedi. Sunucu yere düşen suratını toplamaya çalışırken program bitti. Program bence zirve yapıp bitti. İngilizce ne derler 'satisfied'' bir şekilde, gittim uyudum. Üniversite sınavında da topu dikmeyi ihmal etmedim bu arada. İyi puan aldım.
14 Ağustos 2012 Salı
12 Ağustos 2012 Pazar
Yağmurlu havalarda uçakla seyahat etmekten hiç hoşlanmıyorum. Ne yazık ki yarın da hava kapkara bulutlu ve yoğun yağmurlu olacağa benzer. Büyük ihtimal yine uçakta alakasız insanlarla muhabbet edecek, inişlerde de ellerini kollarını tutacağım; yapacak birşey yok. Dua edeyim de yanıma oturan konuşkan bir kadın olsun.
7 Ağustos 2012 Salı
4 Ağustos 2012 Cumartesi
Kendi kendime
Her kadının mutlaka kalbinin bir köşesinde sakladığı bir taciz hikayesi vardır diye düşünüyorum. Ya da bilemiyorum; çünkü bu taciz olaylarının en baş edilmezi insanın küçükken başına geliyor. Belki çok steril yaşayanların başına gelmiyordur diycem çok da inanmadan. Tut aklında! Ben çocukluk çağlarında yaşadığım taciz vakalarının önemine üstünden on beş sene falan geçince vakıf oldum. İlk anımsamayla başlayan tansiyon düşmesi, depresif haller, vücudundan nefret etme halleri belli bir sonra ;ama asla hızlıca değil düzelmeye başladı.
Geçenlerde yine bisiklet bisikletli çocuklar falan derken aklıma ''dannnn!!!'' diye onsekiz yaşında yaşadığım taciz olayı geldi; ama nasıl geliş. Üniversitesi sınavını yeni kazandığım, hayatı pembe pembe gördüğüm günlerden birinde akşamüstü arkadaşımı evine bırakmaya duruyorum. Eve varmama bi on dakika kala arkamdan hızla gelen bisikletten koca bir el popomu avuçluyor. O andaki korkum, acizliğim ve en kötüsü acaba birileri gördü mü diye etrafı kolaçan edişim ve tacizcinin o gülen iğrenç suratını şu dakika bile hatırlıyorum. Korku içinde eve gidip erkenden uyuduğum da hala aklımda. Bu olaydan birkaç gün sonra başka bir sürpriz beni bakkalın önünde bekliyormuş meğer. Bisikletli tacizci bisikletinin tepesinde bakkalın önünde oturuyor. O sinirle onu görür görmez bisikleti nasıl yere ittiğimi hatırlamıyorum. Bi yandan da bağırıyorum salağa! O da üstüme gelip, öyle birşey yapmadığını söylüyor ama o yüzü nasıl iyi hatırlıyorum.Neyse, bakkal çocuğu durdurunca koşa koşa eve gidiyorum
Sonra da nasıl olduysa bunu unutuvermişim. Atlatmama rağmen de hatırlayınca biraz ter döktüm. Ha sorarsanız o tacizciyi tekrar gördün mü diye. Evet gördüm. Lüks bir siteye güvenlik görevlisi olarak girmiş. Şaka gibi.
Geçenlerde yine bisiklet bisikletli çocuklar falan derken aklıma ''dannnn!!!'' diye onsekiz yaşında yaşadığım taciz olayı geldi; ama nasıl geliş. Üniversitesi sınavını yeni kazandığım, hayatı pembe pembe gördüğüm günlerden birinde akşamüstü arkadaşımı evine bırakmaya duruyorum. Eve varmama bi on dakika kala arkamdan hızla gelen bisikletten koca bir el popomu avuçluyor. O andaki korkum, acizliğim ve en kötüsü acaba birileri gördü mü diye etrafı kolaçan edişim ve tacizcinin o gülen iğrenç suratını şu dakika bile hatırlıyorum. Korku içinde eve gidip erkenden uyuduğum da hala aklımda. Bu olaydan birkaç gün sonra başka bir sürpriz beni bakkalın önünde bekliyormuş meğer. Bisikletli tacizci bisikletinin tepesinde bakkalın önünde oturuyor. O sinirle onu görür görmez bisikleti nasıl yere ittiğimi hatırlamıyorum. Bi yandan da bağırıyorum salağa! O da üstüme gelip, öyle birşey yapmadığını söylüyor ama o yüzü nasıl iyi hatırlıyorum.Neyse, bakkal çocuğu durdurunca koşa koşa eve gidiyorum
Sonra da nasıl olduysa bunu unutuvermişim. Atlatmama rağmen de hatırlayınca biraz ter döktüm. Ha sorarsanız o tacizciyi tekrar gördün mü diye. Evet gördüm. Lüks bir siteye güvenlik görevlisi olarak girmiş. Şaka gibi.
27 Temmuz 2012 Cuma
Hayatta yaptığımız her şey sanki ana babalarımızın gözüne girmek için; en azından öyle gözlemliyorum. Seçtiğimiz iş, evlenmek için tercih ettiğimiz insanlar ki özellikle bunun üzerinde durmak isterim de kendimi yormak istemiyorum. Herkes başarısız olduğu ilişkilere bir baksın bence cevabı bulmak için. Kimin normlarına uymadığınız için o ilişki biitmiş ya da hiç başlamamış. Yaşarken pek de farkedilmiyordur gerçi de araştırmacı gazeteci ruhlu, kendini didiklemeyi seven insanlar birşekilde bunu farkediyorlardır.Ne de olsa bir yaştan sonra ki otuzdan sonraya tekamül ediyor, insanoğlu anne babasının karakterine dönüş yapıyor. Ana baba toprağıyız ne de olsa. Kesin olarak karşı çıkayamayacağız tek şey de bu. Gerçi ben dünyayı kurtardım desem , annem yine de bundan tatmin olmayıp bana başka bir örnekle geri dönebilir. Buna da alışıyor insan tabii.
6 Temmuz 2012 Cuma
Mavi tulumlu şiir
Şimdi hepimizin
arasındaki boşluktan sözediyorduk, Gül
Kurtulmaya
çalıştığımız şeyden, aramızdaki iplerden.
Hepimiz mavi tulumlu
çocuklardık, Gül,
Pembemavi kovalarında
birbirini taşıyan.
Eğer kavrasalardı
konuşsalardı duysalardı, Gül, sevgiyle.
İçlerinden çıkarıp
alabilseydik çam dikenciklerini.
Ya da bakabilselerdi
yıldızlara
İlk çocukluk
gözleriyle, radyoyla, ayla, ayla.
Onların Y-antikorları
yok, Gül, Ne dostlarını tanıyorlar ne düşmanlarını.
Yok teleskoplarının
ucunda pembe gül yaprakları!
Göremiyorlar, Gül,
Seni!
Lale Müldür
3 Temmuz 2012 Salı
İnsanın yaşına ve yaşanmışlıklarına göre hayranlık duyduğu insanlar ve olaylar da değişiyor. Geçen Levent taraflarında korkunç bir trafiğin içinde kaldık. Nasıl kördüğüm! Anlatmaya dilim yetmiyor. Bizim şöför indi ve iki saniye içinde herkese direktif vererek trafiği çözdü. Gördüm ki trafik zekası diye bir şey de söz konusuymuş. Malum herşeyin zekası var artık. Gerçi bu tür analitik zekanın bileşim kümesinde de olabilir.İlginç de aslında; ortaokulda yıllarca çalıştığımız kümeler konusu sen burda karşıma çık! Olacak iş değil. Sen öğren de kenarda dursun diye boşuna dememişler.
Neyse, otobüste tabii şöföre bir goygoylar, bravolar; haklı olarak tabii. Harward'larda tarih politika okuyup, hala 'İstanbul'da beni yerler mi?'' muadilinde soru soran insandan çok daha hayranım kendisine. Fırsatı olsa bi dünyaya da el atsın isterim. O şekil yani...
Neyse, otobüste tabii şöföre bir goygoylar, bravolar; haklı olarak tabii. Harward'larda tarih politika okuyup, hala 'İstanbul'da beni yerler mi?'' muadilinde soru soran insandan çok daha hayranım kendisine. Fırsatı olsa bi dünyaya da el atsın isterim. O şekil yani...
2 Temmuz 2012 Pazartesi
25 Haziran 2012 Pazartesi
20 Haziran 2012 Çarşamba
19 Haziran 2012 Salı
11 Haziran 2012 Pazartesi
31 Mayıs 2012 Perşembe
16 Mayıs 2012 Çarşamba
11 Mayıs 2012 Cuma
5 Mayıs 2012 Cumartesi
1 Mayıs 2012 Salı
29 Nisan 2012 Pazar
27 Nisan 2012 Cuma
Aşağıdaki yazıyı okurken fenalık geçirdim. Tabii tekrar yazmam demiyorum, mutlaka yine öyle hissedecek, en kallavisinden yine yazıcam; ancak şu anda böyle hissetmiyor ve de bunun tadını çıkarmak istiyorum. Misal az evvel sırgan çorbası içtim, keyfim gıcır gıcır. Birazdan kendime bir Türkk ahvesi yapıp Jane Auesten kitapları içinde kaybolmak istiyorum. Kara deliğin de yabancısı değiliz, geldiğinde yine karaları bağlarız.
Asıl şu güzel bahar havasının insana düşündürdüklerini yazacaktım ki şu çıktı ortaya. O değil de bu milet nasıl da hasta kendine diycektim belki de..Neyse, tüm bunlar yine başka bir yazının konusu olsun. Yazıp da sinir bozmanın alemi yok. Kendi sinirimi elbette!
Asıl şu güzel bahar havasının insana düşündürdüklerini yazacaktım ki şu çıktı ortaya. O değil de bu milet nasıl da hasta kendine diycektim belki de..Neyse, tüm bunlar yine başka bir yazının konusu olsun. Yazıp da sinir bozmanın alemi yok. Kendi sinirimi elbette!
19 Nisan 2012 Perşembe
Kara delik!
Bu aralar insanların kendi kara deliklerini ne zaman keşfetmiş oldukları üzerine uzun uzun düşünmekteyim. Kendi kara deliğimi biraz biraz hatırlar gibiyim. Sokakta oyun oynarken üstüne düşüp sonra kalkıp yirmili yıllara kadar kendime unutturduğum cinstendi. Bu tabii ki sadece biriydi. İçine düşmeyi tercih edip uzun süre kaldıktan sonra kapandığını bile farketmedim. Farkedemediğim için de ne pahasına olursa olsun oralarda zaman geçirmenin önemini tam olarak kavrayamadım. Sonraları delik yamama konusunda çok cesur davranamadığımı hissediyorum. İlk gençlikte, kedinin pisliğini örtmesi gibi bu deliklere inip biraz kalmayı inatla reddedip, bunu günlük hayata da ''Bir daha bunu kendime yaşatmayacağım'' demekle yetinmenin, şöyle bir üzerinden geçmenin de şükür ki insanın kendine söylediği en büyük yalan olduğunu artık biliyorum. Kara delik işte! Bildiğin insanın içini oyuyor. Bir yere kadar.
18 Nisan 2012 Çarşamba
6 Nisan 2012 Cuma
17 Mart 2012 Cumartesi
Moda geçici insanlık kalıcıdır.
İnsan korkunç bir kabustan uyanınca eski ayarlarına kolay kolay dönemiyor. Hatta sormadan da edemiyor, tüm bunlar bilinçaltımda ne arıyor diye. Bu aralar Jung, kolektif bilinçaltı derken rüyalarım keşmekeş oldu. Bir Norveç'teyim bir Newyork'ta. Neyse, bu başlık da yine bir rüya üretimi. Uyanırken mırıldanıyordum. Brrrr
11 Mart 2012 Pazar
Salinger'la ilk tanışmamız üniversite yıllarına denk geliyor. Titrek bacanak ve Gönülçelen'li yıllara yetişemedim. Gerçi o çevirilerin de hayranı çok; ancak kitabı hem orjinalinden hem çevirisinden okuduğum için rahatlıkla Coşkun Yerli'nin iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Tabii konu bu mu; hayır değil. Salinger'ın ne kadar haklı olduğu. Hangi konuda mı? Münzevi hayata çekilme konusunda. Yirmili yaşlarda insan bu geri çekilişe bir anlam veremeden hadsizce ''bencillik'' de diyebiliyor , dedim de. Şimdi insanoğluyla tanıştıkça, bazen kendini de bir başkası için korkunç şeyler düşünürken bulduğumda da Salinger aklıma geliyor. Yıllarca sadece birkaç kişiyle görüşüp, herkesten kaçıp, kitap yazmayı bırakışı elbette sadece benim hissettiğim naifçe duygulardan kaynaklanıyor olamaz; ama bunların tetiklediğini kısıtlı sayıda röportajlarından biyografilerinden anlayabiliyorsunuz. Otuzlarımdaki Salinger'ın tadı başka, kendimce bu kaçışın nedenini daha iyi anlıyorum. Salinger hakkında kısaca yazılmış bir yazı da burada! http://www.afilifilintalar.com/salinger-bir-munzevinin-hayati
9 Mart 2012 Cuma
23 Şubat 2012 Perşembe
Uzun zamandır yazamadım. Elim geldi gitti. Hatta dedim ki kendi kendime ''Madem yazamıyorum, günün önemli olaylarını ara ara not ediyim''. Mesela şu yüz nakli olayı bana tarif edilemez geliyor. Doktorun kendisine ayrı hayranım da, ameliyat edilen adamın tevekkülüne, olgun duruşuna ne demeli? Beden yaşı ondokuz, yüzündeki ifade kırklarına merdiven dayamış bir adamın duruşu. Orda önemli şeyler oluyor ama bu hadise hakkında yazacak kadar çok şey birikmedi henüz içimde. Şimdilik sadece notunu alıyorum.
Yanlış hatırlamıyorsan Ordu'da böyle yaşadığı her günün hava durumunu not alan bir adam vardı. Şimdi bu adama , sen bu hava durumlarını not mu alacaksın dedi. Sanmam. Bazı şeyler doğuştan geliyor insanın üstüne. Sanırım sonradan meteroloji el koymuştu bu adamcağızın defterlerine.
Neyse, bunu anlatmak için basmadım yeni kayıt bağlantısına. Esasen hicap duyduğum bir olayı anlatmak istemiştim. Bir ya da iki hafta önce arkadaşlarla konuşurken Kerim bana ''Hiç aşık oldun mu?'' diye sordu. İşte ne olduysa o dakikada oldu. Bunun cevabını vermeye çalışırken duyduğum hicap, gazetede bir insanlık suçunu okurken hissettiklerimle aynıydı. Kendi içimde o esnada şu soruları cevaplamaya çalışıyordum. Evet, o sırada heyecan duymuştum, aşık olmuştum; ancak şimdi o durumu ve o adamı değerlendirdiğim zaman, elbette ki şu anki duygularımla, kendimi Miloseveç gibi birini sevmiş hissediyordum. İçte içe kendi kendimi dövüyor, aramızda geçen hiçbir güzel şeyi anımsayamıyordum. Ah tabii bir de gözyaşlarını hatırlayınca, kafamdaki adamın görüntüsü dili dışarda bana bakan bir aptalın resmine benziyordu.
Özetlemem gerekirse, içimde tüm duygularım bitip karşımdaki adamı sisi kalkmış bir ada gibi çıplak gözle görmeye başlayınca içimdeki tek duygu duymuş olduğum hicap oluyor
Yanlış hatırlamıyorsan Ordu'da böyle yaşadığı her günün hava durumunu not alan bir adam vardı. Şimdi bu adama , sen bu hava durumlarını not mu alacaksın dedi. Sanmam. Bazı şeyler doğuştan geliyor insanın üstüne. Sanırım sonradan meteroloji el koymuştu bu adamcağızın defterlerine.
Neyse, bunu anlatmak için basmadım yeni kayıt bağlantısına. Esasen hicap duyduğum bir olayı anlatmak istemiştim. Bir ya da iki hafta önce arkadaşlarla konuşurken Kerim bana ''Hiç aşık oldun mu?'' diye sordu. İşte ne olduysa o dakikada oldu. Bunun cevabını vermeye çalışırken duyduğum hicap, gazetede bir insanlık suçunu okurken hissettiklerimle aynıydı. Kendi içimde o esnada şu soruları cevaplamaya çalışıyordum. Evet, o sırada heyecan duymuştum, aşık olmuştum; ancak şimdi o durumu ve o adamı değerlendirdiğim zaman, elbette ki şu anki duygularımla, kendimi Miloseveç gibi birini sevmiş hissediyordum. İçte içe kendi kendimi dövüyor, aramızda geçen hiçbir güzel şeyi anımsayamıyordum. Ah tabii bir de gözyaşlarını hatırlayınca, kafamdaki adamın görüntüsü dili dışarda bana bakan bir aptalın resmine benziyordu.
Özetlemem gerekirse, içimde tüm duygularım bitip karşımdaki adamı sisi kalkmış bir ada gibi çıplak gözle görmeye başlayınca içimdeki tek duygu duymuş olduğum hicap oluyor
20 Şubat 2012 Pazartesi
3 Şubat 2012 Cuma
31 Ocak 2012 Salı
10 Ocak 2012 Salı
Zevzek rules,zevzek world
Zevzek kapasitemi doldurmuş görünüyorum. Bir tanesine daha yerim ve tahammülüm kalmadı.
9 Ocak 2012 Pazartesi
7 Ocak 2012 Cumartesi
Sensin küçük!
Hayatım boyunca ufak şeylerden zevk almayı bilen bir insan olmak istedim; oldum da. Geçen haftalarımı bir gözden geçirdim de kıçımın üstüne oturup tüm küçük detayları unutmuşum. Şimdi yazarken de küçük demek tuhaf geldi. Ne yani hep elimin altında oldukları için mi küçükler? İnsana yaptığımızın aynısını eşyaya da mı yapıyoruz yani? Büyük zulüm.
Neyse, odam olmuş bir çöplük. Sabahleyin geç bir kahvaltı yapıp ve Seinfeld izleyip baktım icabına. İnce ince silip tüm biblolarımı, resimleri, kitapları yerlerine yerleştirdim. Telefon konuşmaları, mesajlaşmalar falan...Küçük şeyler diyebilir miyim ki şimdi bunlara? Sanmıyorum.
Kendime güzel bir Türk kahvesi yaptım. Yeni aldığım şeyleri ütüledim, dolabıma yerleştirdim. Masamı topladım. Yeni doğum yapan bir arkadaşımı aradım. İstanbul'da yaşadığım hayat hakkında kısa bir bilgilendirme yaptım. Ünye'dekinden tabii ki çok daha iyi ve sanki her yer Ünye'den daha ferah dedim. Ama orası da memleketim, köklerimin bağlı olduğu yer. Önemsiyorum bunu 'yu da eklemeyi ihmal etmedim.
Şimdi akşam dışarı çıksam mı çıkmasam mı'nın hesabındayım. Herşey o kadar huzurlu ve büyük ki bırakamıyorum
Neyse, odam olmuş bir çöplük. Sabahleyin geç bir kahvaltı yapıp ve Seinfeld izleyip baktım icabına. İnce ince silip tüm biblolarımı, resimleri, kitapları yerlerine yerleştirdim. Telefon konuşmaları, mesajlaşmalar falan...Küçük şeyler diyebilir miyim ki şimdi bunlara? Sanmıyorum.
Kendime güzel bir Türk kahvesi yaptım. Yeni aldığım şeyleri ütüledim, dolabıma yerleştirdim. Masamı topladım. Yeni doğum yapan bir arkadaşımı aradım. İstanbul'da yaşadığım hayat hakkında kısa bir bilgilendirme yaptım. Ünye'dekinden tabii ki çok daha iyi ve sanki her yer Ünye'den daha ferah dedim. Ama orası da memleketim, köklerimin bağlı olduğu yer. Önemsiyorum bunu 'yu da eklemeyi ihmal etmedim.
Şimdi akşam dışarı çıksam mı çıkmasam mı'nın hesabındayım. Herşey o kadar huzurlu ve büyük ki bırakamıyorum
6 Ocak 2012 Cuma
2 Ocak 2012 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)